Gelibolu’dan cepheye ulaşmaya çalışan takviye kuvvetlerinin kazanacağı bir an bile savaşın gidişatını değiştirebilirdi.
Bugün Mehmet Çavuş Abidesi’nin bulunduğu yerde bir makineli tüfek müfrezesi konuşlanmıştı. Burası hem Korku Deresi’ni hem de Çaltı Deresi yamaçlarını görebilen stratejik bir sırt üzerindeydi. Modern silahlarla donatılmış düşman, Arıburnu önlerinde sessizce yığılırken iki yamaçtan siperlerimize doğru ilerliyordu.
Müfrezemiz yamaçları tarıyor, düşmanı biçiyordu. Az bir kuvvetle koca bir kolordu yavaşlatılmıştı. Düşman Kocaçimen Tepesi’ne doğru koşarken mermisi biten Mehmetçikler geri çekilmek zorunda kaldı. O sırada Alay Komutanları önlerine çıktı:
— Niye kaçıyorsunuz?
— Efendim, düşman!
— Düşmandan kaçılmaz!
— Efendim, mermimiz bitti.
— Merminiz bittiyse süngünüz de mi yok?
Bu emirle askerler süngülerini takıp siperlerine döndüler. İngilizler, “Türkler geri çekilirken kaybolur, tuzak kurarlar.” diye askerlerini uyarıyordu. Bir anda yere yatan düşman askerleri karşısında siperlerinden doğrulan Mehmetçikler, Gelibolu’dan yetişen takviye kuvvetlerle güçlendi. Sessizce düşmanı beklediler. Sabrı tükenen düşman hücuma geçince Türk siperlerinden mermiler yağmur gibi yağmaya başladı. Conkbayırı yamaçları düşman cesetleriyle doldu, sonra korku içinde geri çekildiler.
Makinalı tüfek müfrezemiz yerini terk etmeden, düşman denizi ortasında kahraman bir ada gibi direndi. Düşman sahile çekilirken tepenin altına iki lağım kazıp yüksek patlayıcılar yerleştirdi. Patlama sonrası taş, toprak ve cesetler yamaçlara savruldu. Mehmet Âkif Ersoy bu sahneleri şöyle anlatır:
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı: yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak.
Çanakkale; kanla yazılmış bir destan, bir ibret levhasıdır. Müslümanı Müslümana kırdıran bir hüzün, yaralı düşmanı kucaklayan bir merhamettir. 253 bin şehidin yattığı bu topraklarda Türk milleti küllerinden doğmuş, İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zelanda ordularına insanlık dersi vermiştir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî de Nur Talebelerini şöyle uyarır:
“En ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.” (Mektubat, s. 493.)
Bizler de manevî cihadımızda siperlerimizi terk etmezsek, inayet-i İlâhiye bizleri korur. Hakta sebat, siperde sadakat gösterenlere kimse kelepçe vuramaz.