Esasında siyasetçiler de siyasetin dilinden yana şikâyetçiler ama bir türlü bu dilin değişmesi ve düzelmesi için gayret sarf etmiyorlar.
Atalarımız “İyi dil yılanı deliğinden çıkarır” dedikleri halde, torunları bu iyi dili tercih etmek yerine kırıcı ama ilk bakışta hoşa giden ‘dikenli dil’i tercih ediyor.
Seçim dönemlerinde ve seçim meydanlarındaki ‘sivri dil’ bir nebze müsamaha ile karşılansa da seçim sonrasında da kırıcı dil kullanılması asla tasvip edilemez. Tabii ki bu noktada vatandaşın, kırıcı dil kullanan siyasetçiyi alkışlayan medyanın da sorumluluğu vardır. Vekiller, karşılaştığı vatandaştan “Sayın vekilim, kırıcı dil kullanmayın. Muhaliflerinize de saygıda kusur etmeyin” dese, diyebilse siyasetin dili normale dönmez mi? Aynı şey muhalefetteki siyasi parti mensupları için de geçerlidir. Her sahada olduğu gibi siyasette de kötü dil, kırıcı dil uzun dönem için bu dili kullanana zarar verir ve vermiştir.
Siyasi partiler arasında Kurban Bayramı vesilesiyle gerçekleşen ziyaretlerde ‘yapıcı dil’ dikkat çekti ve takdir topladı. Başka zamanlarda birbirine karşı kırıcı sözler sarf eden parti temsilcileri, bayram tebrikleşmesi vesilesiyle gerçekleşen ziyaretlerde gayet makul, gayet seviyeli ve takdir gören açıklamalar yapabildi. Peki, aynı kişiler TBMM’de ya da medya önünde konuşurken niçin kırıcı sözler sarf eder? Seçim dönemi geride kalmış olduğu halde kırıcı sözler sarf eden siyasetçilerin iyi niyetinden şüphe etmek lazım.
Bu bakış açısının sadece bayram ziyaretleriyle sınırlı olmaması temenni edilir. Çünkü Türkiye’nin gerginliğe, tartışmaya, kırıcı siyasete ihtiyacı yok. Herkes konuşsun, fikrini ifade etsin ama başkalarını rencide etmeden. Bu noktada kötülükleri yayan medyaya da dikkat çekmekte fayda var. Siyasetçilerin kem sözlerine yer vermemek, onları yine uygun lisan ile ikaz etmek medyanın da görevi olmalı. Ne var ki sosyal medyadaki kötü niyetliler ekseriyetle yangına körükle müdahale ediyor ve fena sözlerin daha da yayılmasına destek oluyor. Başta siyasetçiler olmak üzere hiç kimsenin bu tuzağa düşmemesi icap eder.
Bu arada bazı siyasi partilerin başka bazı siyasi partileri ziyaret dahi etmediği anlaşılıyor ki bu iyi bir hal değildir. İnsanlar konuşa konuşa anlaşamıyor mu? Konuşmayan, görüşmeyen kişilerin aynı çatı altında, TBMM’de çalışma yapmaları ne ölçüde mümkün olabilir? Siyasete bayram havasının hükmettiği şu günlerde bu meselenin de konuşulmasında fayda var. Geçen yıllarda yapılabilen bayramlaşmaların acaba zararı mı oldu ki şimdi bazı partiler başka bazı partilere bayram ziyareti yapmama kararı aldı?
Elbette Türkiye’nin derin dertleri ve meseleleri vardır. Ancak bütün bu meseleler konuşarak, üslubunca tartışarak, el birliği ile çözülebilir. Konuşmadan, dinlemeden tartışmalı meseleler çözüm kavuşabilir mi?
Eğer siyasette uygun dil ve üslup yaygınlaşır ve başkasını yok sayan, kınayan, hatta hakarete varan sözler terk edilirse bu hava bütün Türkiye’ye yayılır ve inanın tansiyon düşer. Aksi halde siyasetteki bu yüksek tansiyon milleti hasta duruma düşürür. Bayram ziyaretleri gösterdi ki istendiği halde siyasete de sakin dil, karşısındakine kulak veren tavır hükmedebilir.
Siyasetle uğraşan ve uğraşmayan herkes bilsin ki millet bu üslubun kalıcı olmasını arzu ediyor. Niçin olmasın?