Ülkemizi isimden ve resimden ibaret değil de gerçek anlamda da ‘hak, hukuk ve adalet devleti’ haline getirmeden hiçbir meselemizi halletmiş olmayız.
Türkiye’yi idare edenlere ve onların taraftarlarına sorulursa ülkemizde bir “hak, hukuk ve adalet meselesi” yoktur. Yine onlara göre ülkemizde tam anlamıyla “ifade hürriyeti” de vardır. Ancak rakamlar ve gerçekler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Elbette iktidar mensupları bu rakamları da dikkate almıyor, ama onların inkârıyla hakikat değişmiyor ki!
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA), 1 Eylül 2024–31 Ağustos 2025 döneminde Türkiye’de 275 dava, 430 duruşma ve bin 696 sanığı izlemiş ve bu izlemeler sonucu bir rapor ortaya çıkmış. Rapora göre, davalarda en yaygın suçlamalar “örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandası” olurken tutuklu yargılananların sayısında geçen yıla göre yüzde 560’lık bir artış kaydedilmiş.
Raporda yer alan bazı bilgiler şöyle özetlenmiş: “(Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin takip ettiği davalarla sınırlı olarak) Sanık profili: yüzde 52 aktivist, yüzde 18 gazeteci, yüzde 15 öğrenci, geri kalan yüzde 15 avukat, siyasetçi, sanatçı ve diğerleri. (...) Rapor, protesto hakkının doğrudan kriminalize edildiğini (...) vurguluyor.”
Raporda, davalarda kullanılan delillerin dağılımına ise şöyle yer verilmiş: “Haber içerikleri: Yüzde 53, Fotoğraf / görüntü: Yüzde 49, Basın açıklamaları: Yüzde 40, Sosyal medya paylaşımları: Yüzde 41, Tanık / gizli tanık beyanları: Yüzde 35, Telefon ve dijital materyaller: Yüzde 12. MLSA, gazetecilik faaliyetlerinin yaygın biçimde delil olarak kullanıldığını ve yayın politikalarının mahkemece sanık sorumluluğuna dönüştürüldüğünü belirtmiş. (t24.com.tr, 28 Kasım 2025)
İfade hürriyeti söz konusu olduğunda şöyle diyenler çıkıyor: “Ne yani hakaret serbest mi olsun?”
Aklı başında hiç kimsenin ‘hakaret serbest olsun’ demesi beklenemez. Mesele, hangi konuşmanın hakaret sayılıp sayılmayacağıdır. En hafif itiraz ve tenkitleri ‘hakaret’ sayan bir anlayışla Türkiye’nin yol olması mümkün olur mu?
Fıkra gibi anlatılır, ama yaşanan bir misali hatırlamak lâzım: Sıkı sansür uygulanan bir vakitte, “Yağmur yağıyor, sokaklarda göller oluşacak” diye haber ya da yazı yazan birine o günkü idareci, “Bu yazı ya da haberinle bana ‘ördek’ demek istedin, bana hakaret ettin, suç işledin” demiş.
İdareciler ifade hürriyetini bu kadar dar ve yanlış anlarsa o ülkede hak, hukuk ve adalet tam manasıyla yerleşebilir mi?
Bir bu kadar alıngan olan idarecileri, bir de hutbe okurken “Giydiğin elbisenin (ya da cübbenin) hesabını vermeden seni dinlemeyeceğim” diye itiraz gören Hz. Ömer’i ve onun adaletini düşünelim. Düşünelim ve fena hallerden bir an önce kurtulmak için gayret sarf edelim...