Barajların doluluk oranının düştüğü, yeterli ve düzenli yağmurun yağmadığı, kuraklığın giderek arttığı yılları yaşıyoruz. Bediüzzaman, “Yağmursuzluk bir musîbettir ve ceza-yı amel bir azaptır” der. (Emirdağ Lâhikası, s. 33)
Eskiden bu zamanlarda dağlar beyaza bürünür, dereler deli dolu akardı. Kar; günler, haftalar bazı bölgelerde aylar, hatta kış boyunca devam ederdi. Toprak; gübresiz, ilâçsız ve sulama yapmadan, bire 10 ile 25 hatta daha fazla verirdi. İnsanlar cimrilik ettikçe, zekâtlarını vermedikçe rahmet ve bereket azaldı. Çiftçi; masrafını çıkarmamakta, krediler altında bocalamakta, hacizlerle uğraşır oldu.
Adeta; “İlâhî tokat” yemiş bir hal dünyanın başına geldi.
Bediüzzaman, “Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi, zulmümüzle, isyanımızla gadabı celb ediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyanla, nev-i beşer, tam tokada kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.” diyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 61)
Giderek artan toplumsal huzursuzluk, zengin ile fakir arasındaki uçurum, merhametsizlik, neme lâzımcılık ve zulüm; büyük bir musîbet olan, kuraklık yani “şefkat tokatı” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Allah’ın azabından onun Rahmetine sığınma yani duâ etme zamanıdır. Kuraklık dönemlerinde “yağmur duâsı” olarak bilinen ve günümüzde giderek unutulan sünnet bir ibadet vardır.
Bediüzzaman, “Yağmursuzluk, bu çeşit duâ ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil. Nasılki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duâsının vaktidir” demiştir. (Emirdağ-1)
Fakir, miskin, kimsesiz, mazlum, mağdur ve benzerlerine imkânlar dahilinde yardım edip duâ talep etme zamanı. “Öyle musîbetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.”