Kilise ile cami, daha yolun başlangıcında mü’minler için tamamen değişik mânalar taşırlar. Camide tam bir müsâvat hâkimdir. Cami mihrabı, kilise mihrabından tamamen ayrı olarak, âlim ile çöpçünün, amiral ile askerin yan yana bulunduğu bir yerdir. İmam da elbisesi içinde fakat asla yüksekte olmayıp kundura boyacıları ve hükümet adamları gibi, onlar seviyesinde diz çöküp ibadet vazifesini tamamladığı camide sadece namaz kılınmasına rehberlik eder.
Bu demokratik esas vasfa uygun olarak cami, mü’mini lâhutî temâşanın ruha huzur veren saadetindeki, en yüksek mertebeye doğrudan doğruya ulaştırabilmek için, ne mabet danslarına, ne şarkılara ve resimlere, ne de buhur duman ve kokularıyla renkli debdebe ve gösterişlere baş vurmaz.
Camilerin yapılışında, bir hükme varmayı arzulayan kimse, san’at eserinin inşaatta kullanılan taşlarla değil, bilâkis ortaya koyucu zekânın taşlara vermiş olduğu nizâmla meydana geldiğini ilk bakışta fark eder.”