9, 10, 11, 12’nci asırlarda Orta Avrupa’nın en az % 95’inin okuma yazma bilmediğini yeniden hatırlatmaya acaba lüzum var mıdır? Batılı asilzâdelerin yazı bilmedikleri halde iftiharla göğüs kabarttıkları, manastırlarda ancak birkaç papazın kalem kullanmasını bildiği, St. Gallen Manastırı’nın Ruhanî Meclisi’nde 1291 yılında bir tek okuma ve yazma bilen papazın bulunmadığı sırada, İslâm memleketlerinde durum tamamen değişiktir. Buradaki medreselerde, parasız yatılı öğrenciler, “HİKMETİN BALINI” binlerce çiçekten mutlaka almaya çalışan son derece vızıltılı arı kovanları gibidirler.
İslâm Dünyası’nda câmiler, sadece ibadet yerleri değildirler. Peygamberimizin (asm) sözlerine göre, kör taassubun çok üstünde taht kuran ilim, câmilerin de kıymetli misafiridir. Çünkü “Bilgiye talip olanın mürekkebi, din uğrunda şehit düşenlerin kanlarından daha mübârektir.” Bu fikirlerin ışığında 9. yüzyıldan itibaren gelişen üniversiteleriyle Müslümanlar, dünyevî meslek ve ilimlere ait öğretim müesseselerinin bir örneğini Batı’nın gözleri önüne serdiler. Onlar akademik pâye ve derecelerin tevcihi, fakültelerin tertibi ve ders verme metodları yönünden de Batı’ya numûne oldular. Ancak Müslümanlar Batı’ya kâseyi boş değil, dolu verdiler.”