Işık hûzmeleri pencereden usulca girer ve lâhutî bir hâl alır oda. Büyükçe bir masa üzerinde kırmızı kitaplar ve bir kaç sandalye odanın yegâne eşyasıdır.
Penceredeki perdeler odanın mahremiyetini sağlayacak renk ve kalınlıkta olmasına rağmen sanki semâyı her an gösterecekmiş hissini verir hâldedir. Ve odaya sesler doluşur, bahar neşesini haber veren kuş cıvıltıları misâl. Dış dünyadaki gürültü, sis, kargaşa, karanlık, zulmet ve karamsarlıkları bırakarak odaya girmiş ve birbirlerine hasretle sarılmışlardır. Bir hafta ayrılık onlar için çok uzundur zirâ. İple çektikleri cumartesi sabahlarına işte kavuşmuşlardır. Sandalyeleri doldurmuş ve masada duran kırmızı kitaplar açılmıştır. Baharın çiçeklerini andıran tebessümleri vardır hepsinin yüzünde. Pencereden sızan ışığın yansıması gibidir gözleri, pırıl pırıl… Artık odada renk, ışık, ses ve tebessüm hâkimdir.
Ve başlarlar okumaya. “Bismihi sübhânehû…. Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû....”
Onlar okurlar, kâinat dinler. Kuşlar, güneş, semâ hepsi müteveccihtir bu odaya. Mevsim farketmeksizin bahardır zaman.
Sayfalar çevrildikçe heyecanlı ruhları şevkle dolar ve ferahlar. Akıl ve kalpleri tatminkârdır artık. Mânen doymuşluğun yanında şimdi maddeten doyma zamanıdır. “Lezzeti şükür için istemek” kâidesiyle mutfağa koşarlar. Muhabbeti koyulaştıran çaydanlığı ve evden getirdikleri ikramları masaya koyarlar. Elden ele gider çay bardakları… Muhabbet ve samimiyetin öyle güzel tablosu oluşur ki, dışarıdan izleyen cennet manzaralarını seyre daldığı hissine kapılır. Bu his yanlış da değildir aslında. Çünkü âhir zamanın her türlü câzibedâr günahlarını ellerinin tersiyle itip, Rabblerinin rızâsını isteyen gençlerle doludur oda.
Bir yanlarında çay vardır, bir yanlarında Risâle-i Nur’lar…
Ve her dâim o gençlere gelir Mele-i Âlâ’nın hadsiz sâkinlerinin alkışları...