Tek başına bir şahıs münferit hareketlerde ve söylemlerde bulunarak teselli kırıcı vaziyetlerde bulunabilir.
Şahsî davranışlarıyla kendisini ve etrafındakileri menfiliğe sevk ederek, onların ümitlerini kırar ve yalnızlığa götürür. Şahs-ı manevî ise ruhlara teselli, müjde ve istirahat verir.
Şahs-ı manevî kimseyi müsbetin dışında bir yola sevk etmez. Her bir şahsın yardımcısı ve dayanak noktası olur. Kendi içerisinde yer alanları pişman etmez, utandırmaz ve yüzüstü bırakmaz. Şahıslar bizi terk edebilirken, şahs-ı manevî ise daima beraberimizdedir. Şahıslar yüksek makamda bulunamaz ve duâları tek kalır. Şahs-ı manevî ise yüksek makam sahibi ve duâları makbul olandır. “...İnşaallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duâsı makbul olan onların şahs-ı mânevîleri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardımcıdır diye ruhuma hem teselli, hem müjde, hem istirahat verdi.” (14. Şuâ) şeklindeki beyan, meselemizi ispatlamaktadır.
Şahs-ı manevî her şahsı kendi içerisine alarak şahısların hususî istidatlarınında korunmasını sağlamaktadır. Yani şahsı yok saymak değil, şahs-ı manevî içerisinde kıymetlendirmek ve muhafaza etmek esastır. Şahs-ı mane- viden bu kadar çok bahsetmemizin sebebi Risale-i Nur’da şahs-ı manevinin ehemmiyetli bir yere sahip oluşundandır.