Bir sabah ansızın aldığımız ölüm haberiyle sarsılmıştım.
Teyzem Şenel Alptekin vefat etmişti. Allah’tan geldiğimiz ve yine O’na döneceğimiz tesellisi ile kalp ve ruhum sukünet arıyordu. Öğrendiğimize göre kanepede leblebi yerken boğazına takılmış ve nefes alamamış. Teyzemin bu vefatı “Bursa’da leblebi yiyen kadın hayatını kaybetti” şeklinde haberlere de konu oldu. Hiç beklemediğimiz bir anda ölüm hakikati ile karşı karşıyaydık.
Toplumumuzda anî ölümlerin iyi karşılanmaması, insanların gaflet içerisinde ölüme yakalanma ihtimalinden dolayıdır. Oysa hasta olan kimse, gafletten sıyrılır, tövbe istiğfar eder, hastalık da günahlarına kefaret olur, bu da kabre hazırlıklı olarak gitmesine vesile olur. Evet, hastalık, insana sürekli şu gerçeği telkin eden en sağlam mürşittir: “Dikkat et, senin vücudun taştan, demirden, çelikten, polattan değildir, her an dağılmaya müsait parçalardan oluşmuştur. Öyleyse, gururu bırak, gafletten uyan, ölümü düşün, kabre gireceğini bil, ona göre hazırlan!”1 Hakikatiyle hikmet ve iman şuuru ile ölüm gelmeden hayatın kıymetini bilerek, ders çıkararak yaşamak gerekiyordu. Mü’min için âni ölüm bir korku ve endişe kaynağı olmaktan çıkıp bilakis “Allah’tan bir hediye” hâlini alır. Nitekim Resûlüllah (asm) Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Ani ölüm mü’mine Allah’tan bir hediye kâfire ise hasrettir.” Bir başka rivayette ise “Âni ölüm kafir için üzücü bir yakalanış mü’min için ise bir rahmettir” buyurmuşlardır.2
Bizler için kalbimizde bir ayrılık acısı olan yakınlarımızın ölümü, ölen kişiye kimbilir hangi saadet kapılarını aralamıştır bilemiyoruz. Yakınlarının vefatı ile müteessir olan herkese Allah sabır versin, vefat edenlere de rahmet eylesin.
Dipnotlar:
1-25. Lemâ s.330., 2-Rudâni Cem’u’l-Fevâid (Büyük Hadis Külliyatı) 12397