Ne yazık ki toplumun çoğunluğu, mazlumlara şefkat gösterip yapılan hataları uyaracaklarına, “Onlar bu cezayı hak etti. Daha beter olsunlar” dediler ve yapılanlara fiilî destek verdiler.
Küresel çapta geçmişte yaşanmış ve günümüzde yaşanmakta olan musîbetler; depremler, seller, yangınlar, bulaşıcı hastalıklar tesadüf eseri değildir. Bunların bir sebebi ve vermek istedikleri bir mesaj vardır.
Geçmiş asırlarda peygamberlerine isyan edip, küfür ve zulme sapan Ad, Semud, Firavun ve Nemrut kavimleri, semavî ve arzî musîbetlerle tedip edilmişlerdi. Günümüzde dünyanın muhtelif bölgelerinde değişik felâketler yaşanmaktadır.
Çin’de, Doğu Türkistan Müslümanları’nın hak ve hürriyetleri gasp edilerek ağır zulümlere maruz bırakılması akabinde, virüslerin yol açtığı bulaşıcı hastalıklar Çin’deki hayatı tehdit etmeye devam etmektedir.
Yakın geçmişte Yurdumuzda 28 Şubat darbecilerinin din ve dindarlar üzerine yaptıkları dayanılmaz zulümler sonrasında vuku bulan Gölcük merkezli 7.4 şiddetinde 1999 depremi, on binlerce can ve mal kaybına sebep olmuştu.
Bugünlerde Yurdumuzun doğu ve batısının, değişik şiddetteki depremlerle sarsılmakta olduğunu görmekteyiz. En son Elazığ ve çevresinde vuku bulan 6.8 şiddetindeki deprem felâketi ve onun yol açtığı maddî manevî kayıplar hepimizi yaralamıştır. Dünyada yaşanmakta olan bu acı ve yaralayıcı musîbetler tesadüf eseri değildir. Bunların arka planında bir sebebi, idarecilere ve topluma vermek istedikleri bir mesajlar vardır.
Ülkemiz, birkaç sene evvel meşum 15 Temmuz darbe teşebbüsüne maruz kaldı. Toplum olarak hepimiz üzüldük. O süreçte yetkililerin yapması gereken şey, darbeye sebebiyet veren ve silâha sarılıp fiilen onun içinde yer alanları titizlikle tesbit edip adalete teslim etmek ve onlara en ağır cezayı vermek idi.
Ama ne yazık ki böyle yapılmadı. İspiyon ve asılsız ihbar sonucu yüz binlerce kişi, delil olmadığı halde, bürokrasideki vazifesinden uzaklaştırılarak aile fertleriyle bir sefalete maruz bırakıldı. Bunların önemli bir kısmının aileleri sıkıntılı bir hayat yaşamaya devam etmektedir.
Ne yazık ki toplumun çoğunluğu, mazlumlara şefkat gösterip yapılan hataları uyaracaklarına, “Onlar bu cezayı hak etti. Daha beter olsunlar” dediler ve yapılanlara fiilî destek verdiler.
Üstad Bediüzzaman, bir yerde vuku bulan zelzelenin umumî şekle girmesinin sebebini anlatırken, umumî musîbetin ekseriyetin hatasına terettüp etmesinden, insanların çoğunun o yerde yapılan hata ve zulümlere ya fiilen, ya iltizamen (sessiz kalarak), ya da iltihaken (onu savunarak) destek vermesi olarak ifade eder. (Sözler, 14. Söz, s. 67)
Son söz: Ülkemizin maruz kaldığı semavî ve arzî afet ve musîbetlerden mahfuz kalması için, Allah’ın gazabını celbeden masum insanlara yapılan haksızlıkların sona erdirilmesi ve tövbe istiğfar ederek yanlışlardan vazgeçmesi gerekmektedir. Hatada ısrar edilmesi durumunda -Allah korusun- daha büyük musîbetlere maruz kalma riski vardır.