İmanımız ne kadar sağlam ve kuvvetli olursa, hayatta başımıza gelecek ve karşımıza çıkacak halleri Allah’a daha da yaklaşma vesilesi kılmamız o derece imkân dahiline girer ve kolaylaşır.
Şer gibi görünen hadiselerin arka planındaki hayırları keşfederek, Erzurumlu Ibrahim Hakkı Hazretleri gibi,
“Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler,” deme huzurunu elde etmenin anahtarı, böyle bir iman mertebesine erişmekte.
Yine İbrahim Hakkı’nın,
“Hoştur bana Senden gelen
Ya gonca gül, yahut diken
Ya hayattır yahut kefen
Nârın da hoş, nurun da hoş
Kahrın da hoş, lütfun da hoş” mısraları da imandaki derin teslimiyetin huzurunu terennüm ediyor.
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” diyen ve hakikî imanı elde eden bir insanın kâinata meydan okuyup, imanının kuvvetine göre hadiselerin tazyikinden kurtulabileceğini vurgulayan Üstad Bediüzzaman da bu manayı dile getiriyor.
Tahkikî imanı elde edip onu hayat boyu devam eden bir terakkî sürecinde inkişaf ettirme gayreti içinde olmak, işin püf noktası.
Risale-i Nur işte bunu sağlıyor.
Yaratılışın en yüksek gayesinin Allah’a iman; insaniyetin en yüksek mertebe ve makamının, bu iman içindeki Allah’ı tanımak; en parlak saadet ve en tatlı nimetin o tanıma ile gelen Allah sevgisi; ve insan ruhu için en halis ve safi sevincin Allah sevgisi içindeki manevî lezzet olduğu gerçeklerini dikkatlere sunarak...
“Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur” diyerek...
Ve serapa Kur’ân’dan alınmış bir iman dersi niteliğinde olan Risale-i Nur, bize verdiği bu mesajlarla, hiçbir beşerî “mutluluk formülü”nün veremeyeceği rahatlatıcı tesellileri bahşediyor.
Lâhika mektuplarından birinde okuduğumuz “Biz her gün hizmet derecesinde maişette kolaylık, kalpte ferahlık, sıkıntılara genişlik hissediyoruz” sözü, bunun uygulamadaki çok sayıdaki örneklerinden birini ifade ediyor.