A Haber’deki iftira üzerine yine gündeme gelen “Bediüzzaman ve Abdülhamid” bahsinde gerçekleri bir kez daha hatırlayalım:
Said Nursî, 1907 sonunda Van Valisi Tahir Paşanın yönlendirmesiyle gittiği İstanbul’a Padişaha ulaşıp Medresetüzzehra projesine desteğini almaya çalıştı, ama bu gayreti Saray bürokrasisine takıldı. Kendisiyle görüşme isteğinden haberdar olan Sultanın gönderdiği ihsan-ı şahaneyi ve maaş tahsisini reddetti. Bu sıradışı ve alışılmadık tavrı sebebiyle hayli sıkıntı çekti. Gönderildiği tımarhaneden doktorun “Bu zat mecnunsa dünyada akıllı insan yoktur” ikrarıyla çıktı. Tutuklu yargılandığı divan-ı harb-i örfîde ise beraat etti.
Dönemin Âkif, Namık Kemal, Ziya Paşa vb âlim, edip ve aydınları gibi o da meşrutiyeti ve hürriyeti savundu; istibdat uygulamalarına karşı çıktı; hafiyelerin jurnalleri üzerine adaletin bina edilemeyeceğini vurguladı.
Tahtta Abdülhamid oturuyorken “Padişah Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar” dedi.
2. Meşrutiyetin ilanından üç gün sonra yapılan mitingdeki “Hürriyete hitap” nutkunu “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber” diye bitirirken, Sultanın 33 yıl sonra hürriyet yolunu açmasını, istibdat yaralarını tedavi fikrine hamledip “yeni bir sayfa açma niyeti” olarak hayra yordu.
Divan-ı Harb-i Örfî’deki savunmasında ise “Sâbık içtimaî kusuratını derk (idrak) ile nedamet ederek kabul-ü nasihate istidat kesb etmiş zannıyla, Sultan-ı Sâbıka cerîde (gazete) lisanıyla söyledim ki: ‘Münhasif (sönmüş) Yıldız’ı (Sarayı) darülfünun (üniversite) yap; tâ Süreyya kadar a’lâ olsun’” ifadelerini kullandı.
Bediüzzaman, Abdülhamid’e meddah da olmadı, düşman da. Ne Haydar Ağa diye göklere çıkardı, ne Haydo diye yerin dibine indirdi. Haydar dedi. Şahsıyla asla uğraşmadı. Dahası, “şefkatli sultan” ve “bir nevi veli” gibi ifadelerle, müsbet vasıflarını kayda geçirdi.
Ama icraatındaki “içtimaî kusurlar”ını dile getirmekten kaçınmadı. Bunu da çağın icaplarını doğru okuyan bir yaklaşımla, şahsîleştirmeden, ölçü ve prensipler bazında yaptı.
Ve tarih onu teyid eden bir çizgide ilerledi.
Hürriyet ve adalet çizgisinde...