"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“9’u 5 geçe” uydurması

M. Latif SALİHOĞLU
27 Şubat 2013, Çarşamba
Yakın Tarih Yazıları
Konuyla ilgili daha önceki bölümlerde de temas ettiğimiz gibi, Mustafa Kemal’in ölümü “10 Kasım” günü değil, hele hele “9’u 5 geçe” hiç değil.
Bu bilgiler bütünüyle uydurmadan ibaret olup, kasdî olarak tasarlanarak bu millete yutturulmaya çalışılmıştır. Yakın tarihimizle ilgili daha başka düzineler dolusu yalan, yanlış, uydurma ve yutturmalarda olduğu gibi…
Evet, “10 Kasım, 9’u 5 geçe” uydurması bu milletin ekseriyetine fenâ halde yutturulduğu içindir ki, her yıl o günün o saatinde adeta hayat dondurularak, sirenler eşliğinde bütün millet iki dakika müddetle esas duruşa mecbur ediliyor.
Esasında, millete sırf bunu yaptırmak için ölüm vakti “saat 9’u 5 geçe” şeklinde tasarlandı. Zira, o vakti tasarlayanlar da gayet iyi biliyorlar ki, asıl ölüm anı olan gecenin bir vaktinde kimseyi yatağından kaldırıp da “saygı duruşu”na sevk edemezler.
Bütün bu işleri Dolmabahçe’de tasarlayıp planlayanlar, aslında 30 yıl önceki Selanik merkezli “Hareket Ordusu”nu tasarlayanların varisleridir.
Bunlar, sayıları az olmakla beraber, tesir gücü yüksek bir komita faaliyetini yürütebilecek imkâna sahip durumdalar. (Bu komite, ilk büyük darbeyi 1950 Haziran’ında Ezan-ı Muhammedî’nin serbest bırakılmasıyla yedi.)
Evet, başını Selaniklilerin çektiği bu komite, o tarihte devletin bütçesini dahi sarsacak bir harcamayla Savarona (*) yatını aldırttı, yabancı doktorları getirtti ve M. Kemal’i de ağır hasta haliyle yata yerleştirip sâhilden uzaklaştırarak, şu uydurma gerekçeyi ilân etti: “Doktorlar, Atatürk’ün siroz hastalığına deniz havasının iyi geldiğini söylemeleri münasebetiyle bu tedbire başvuruldu.”
Behey uydurmacılar! Mustafa Kemal’in kaldığı Dolmabahçe Sarayı denilen mekân, acaba dağ başında bir yer mi? Burası, denize sıfır değil mi? Sarayın bahçesinde, yeteri kadar deniz havası yok muydu?
Hem, isterseniz bugün de gidin sorun uzman doktorlara “Sahi, siroz hastalarına siz de benzer tavsiyelerde mi bulunuyorsunuz?” diye… Bakalım ne cevap alacaksınız?
Hadiseye nereden bakarsak bakalım, M. Kemal’in ölümünden önce yapılanlar gibi, ölüm anı ve sonrasında yapılanlar da soru işaretleriyle dolu.
Nitekim, asıl konumuz olan “ölüm anı”yla ilgili olarak yapılan resmî açıklamaların üzerinde de kocaman soru işaretleri olup, yaptığımız araştırmalar neticesinde gerçeğe en yakın bilgilerin şu şekilde olması kuvvetle muhtemel:
BİR: Daha evvel, M. Kemal’in sağlık durumuyla ilgili olarak günde bir defa tebliğ edilen bilgiler, 9 Kasım günü tam üç defa tekrarlandı. Üçüncü tebliğ, gece 22-24 saatlerine dair olup, son konsültasyon raporuna istinaden "Umumî durumun vahâmete doğru seyrettiği" ifade ediliyor.
Ölüm anıyla ilgili olarak rastladığımız daha başka beyanlar da açıkça gösteriyor ki, o “vahâmet” ifadesi, aslında ümidin tamamen kesildiği ve geri dönülmez bir vaziyetin hasıl olduğu anlamını taşıyor.
Yani, aslında şahitlerin tamamı ölümün farkında; fakat, hiçbiri çıkıp da “Atatürk öldü” diyemiyor. Zira, bunu demek, diyebilmek, içinde bazı riskleri, yahut sakıncaları barındırıyor. (Temsilde hata olmaz. Padişahın huzuruna çıkıp atın vahim durumunu tarif ettiği halde, cesaret edip de bir türlü “Atınız öldü padişahım” diyemeyen seyisin hikâyesini bilirsiniz. Padişah, onu dinledikten sonra hiddetle şunu söyler: “Be adam. Desene at öldü!” Seyis ise, refleks halinde şu mukabelede bulunur: “Valla ben demedim; siz dediniz padişahım.”)
İKİ: 9 Kasım gecesi öldüğü kesinleşen Mustafa Kemal’in ölüm anı için şöyle bir düşünce baskın geldi ve resmî rapor da ona göre tasarlanıp düzenlendi: “Atatürk, bundan sonra da bir şekilde yaşatılacak. Meselâ, öldüğü saatte herkes sirenler eşliğinde saygı duruşuna dâvet edilecek. Saygı duruşu için en uygun vakit, “saat 9’u 5 geçe”dir. O saatte hemen herkes ayaktadır. Zira, mesai, umumiyetle saat 8’de başlar. Esnaf da en geç saat 9’da kepenk açar, işbaşı yapar. Hadi, 5 dakika da opsiyon olarak ilave ederek işi garantiye alalım.”
* * *
Gayet iyi biliyoruz ki, bu yazdıklarımızı Kemalistler kabul etmez. Şiddetle itiraz etmeleri de muhtemel. Onlar, oldum olası “resmî tarih” tezini savunur dururlar.
Zira, onlar Kemalizme adeta “din gibi” inanıp bağlanmışlar. Başka bir şey bilmez ve kabul etmezler.
Biz ise, hür fikirli, hür iradeli ve hürriyeti savunan tarihçilerdeniz. Tarihî gerçekleri yazmak ve gün ışığına çıkarmak için, hiç kimseden ve hiçbir yerden icazet almayız. Hiçbir tabuya da sığınmayız, sığınma ihtiyacı duymayız.
Neticede, herkes kendine yakışanı yapar. Öyle değil mi?
……………………………
(*) Savarona yatı, bugün Boğaz sahilinde atıl vaziyette demirlenmiş vaziyette olup hiçbir işe yaramıyor. Bir ara, yüz kızartıcı bir işte çalıştırıldı; yapılan ihbar sebebiyle bundan vazgeçildi. Çürüyüp gitmesini önlemek için, dünyanın masrafıyla boş yere ayakta tutulmaya çalışılıyor.
 
Şeflik Devri Başlıyor
“Millî Şef”in yemini
Mustafa Kemal’in ölümü üzerine, 11 Kasım (1938) Cuma günü saat 09.30'da, Başbakan ve CHP Genel Başkan Vekili Celal Bayar'ın başkanlığında toplanan parti meclisi, İsmet Paşayı cumhurbaşkanlığına aday gösterme kararı aldı.
Aynı gün saat 11.00'da toplanan Millet Meclisi, anayasanın 34'üncü maddesi gereğince yapılan göstermelik seçimle, İsmet Paşanın cumhurbaşkanı olması için oy kullandı.
Bu netice, Meclis Başkanlığı tarafından Pembe Köşk'te oturan İsmet Paşaya iletildi. O da Meclis'e gelerek kürsüden—içinde "Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık" ibaresi bulunmayan—şu yemin metnini okudu: "Reisicumhur sıfatiyle Cumhuriyetin kànunlarına ve hâkimiyet–i milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk milletinin saadetine sâdıkane ve bütün kuvvetimle sarf–ı mesai, Türk Devletine teveccüh edecek her tehlikeyi kemâl–i şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilâya ve deruhte ettiğim vazifenin icabatına hasr–ı nefs etmekten ayrılmayacağıma nâmusum üzerine söz veririm." (Millet Meclisi Tutanak Dergisi; 11.11.1938; Cilt 2, sayfa 17)
Cumhurbaşkanlığının yanı sıra, o dönemin teamülü gereği CHP Genel Başkanlığına da getirtilen İsmet Paşa, ülke yönetiminde "tek adam otoritesi"ne sahip kılındı.
İsmet Paşa, 26 Aralık 1938'de toplanan CHP I. Olağanüstü Kurultayında ise, partinin "değişmez genel başkan"ı seçilmekle de kalmadı, ayrıca kendisine "Millî Şef" sıfatı verildiği de dünya âleme ilân edilmiş oldu.
Okunma Sayısı: 13345
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • burhan yılmaz

    27.2.2013 00:00:00

    Sizin gibi hür tarihçileri ve insanlığı aydınlatan yakın tarih yazılarınızdan dolayı sizleri tebrik eder başarılar dileriz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı