Yakın tarihte öyle günler var ki, yüzlerce yılda yapılan tamiratlar o bir tek gün içinde tahrip edilmiştir.
1924 yılının 3 Mart günü gibi, 1925 yılının 30 Kasım günü de aynı cümleden olmak üzere, büyük yıkımların yapıldığı önemli günlerdendir.
O günün ibretlik hikâyesini, mümkün olduğunca özetleyerek sunmaya çalışalım.
*
Sadece beş gün önce (25 Kasım) “Şapka Kànunu”nu çıkaran tek partili Meclis, 30 Kasım günü de, sarık başta olmak üzere diğer dinî-ruhanî kıyafetlerin giyilmesini yasaklayan zecrî kànunu kabul etti.

*
Millet Meclisi, yine aynı gün içinde, bilumum “Zikirhanelerin kapatılması” ile “Tarikat ve tasavvuf geleneğine son verilmesi”ni ön gören kànunu kabul etti. Böylelikle “Allah, Allah...” diye zikir çekmek yasaklanmış oldu. Bu kànun metninde yer alan ifade şöyle: “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına, türbedarlık ile bir takım unvanların men’ ve ilgasına dair kànun...” (Bkz: Zabıt Ceridesi, XIX Cilt, s. 312.)
*
Ne gariptir ki, zikirhanelerin kapatılarak “Allah, Allah” demenin yasaklandığı aynı gün, Meclis kürsüsünün arkasındaki duvarın salona bakan cephesine Osmanlıca harflerle “Hakimiyet Milletindir” levhası asıldı.
(Bu tarihten 4–5 yıl kadar sonra ise, Osmanlıca ile birlikte “huruf–u Kur’ân” da keyfî kànunların icbarıyla yasaklanmış oldu.)
*
Demokrasilerde rey ve irade sahibi millet olduğu gibi, iradesini hür olarak beyan etme hakkı da ona aittir. Ancak, o tarihler itibariyle Türkiye’de demokrasinin varlığından söz etmek kadar abes birşey olamaz. Zira, muhalefeti temsil eden biricik parti TCF, bir takım uydurma bahanelerle keyfi bir sûrette kapatıldı.
Ülkemizin idaresi, böylelikle tek partinin hegemonyası altına girdi. Hal böyle olunca, demokrasiden, dolayısıyla milletin iradesinden de eser kalmadı.
Tuhaflığa bakın ki, bu ufunetli karanlık manzaranın tepesine tutup “Hakimiyet Milletindir” tabelası konduruldu.
Aslında, bu aldatmacanın zımnında yatan mânâ şuydu: “Allah’ın hakimiyetine—hâşâ, sümme hâşâ—son verilmiştir.”
Esasen, o dönemdeki büyük başların en büyük mücadelesi de “İktidarı gökyüzünden yere indirme mücadelesiydi.”
*
“Hâkimiyet milletindir” maskesi altında, hem milletin iradesini, hem de kudsî değerleri hiçe sayan Kemalist zihniyeti, izninizle burada millet ve tarih mahkemesinin huzuruna çıkararak şunları sormak istiyoruz:
“Meclis Kürsüsünün üst tarafına ‘Hâkimiyet milletindir’ serlevhasını asarken, aynı gün içinde almış olduğunuz “tarikatı yasaklama ve zikirhaneleri kapatma kararı” hakkında neden milletin reyine, görüşüne müracaat etmediniz? Kısaca, niçin referanduma gitme gereğini duymadınız?
Dahası, neden “Ey hâkimiyet sahibi olan millet! Biz şu şu yasakları getirmek istiyoruz. Bu hususta senin fikrin nedir? Kabul ediyor musun, yoksa red mi ediyorsun?..” diye sorma gereğini duymadınız?
Bu derece hayatî bir meselede millete hiç danışılmaması, adam yerine konularak millete hiçbir şey sorulmaması gösteriyor ki, dönemin “Kemalist iktidar”ı o meşhûr levhayı yüzüne maske yapmış ve onun arkasına gizlenerek bu milletin “irtica” diye damgaladığı mânevî değerlerine ihanet etmiştir.
Zira, 1950’ye kadar devam eden zaman zarfında ortada ne “millet iradesi”ne itibar gösterildi, ne de “millî hakimiyet”ten ortaya bir eser konuldu.
“Millet” ve “hakimiyet” gibi, zamanla daha birçok dinî, millî, medenî, harsî ve edebî değerlerimizin yerinde de yeller estirildi... Plân, belli ki çok önceden hazırlanmıştı. Tâ, Lozan günlerinden… Esasen bunu başka türlü anlamak, adeta imkânsız derecede müşkil bir mesele.