Son askerî darbe olan 12 Eylül’den yaklaşık 40 gün kadar sonraydı. Yunan siyasileri, Türkiye’de yönetime el koyan askerî cunta yönetimine esaslı bir gol attı. O zamanki hadise, kısaca şöyle gelişti:
20 Ekim 1980’de Yunanistan Başbakanı Yorgo Rallis, hükümet olarak Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönüşü ile ilgili olarak hazırlanan plânı (Rogers plânını) kabul ettiğini açıkladı.
Yunanistan daha önce bağlı olduğu NATO üyeliğinden Temmuz 1974’teki Kıbrıs bunalımı günlerinde çekilmişti. Ardından, tekrar üye olmak için çok uğraştıysa da, bunda başarılı olamadı. Ta ki, bizde 12 Eylül cuntacıları işbaşına gelinceye kadar.
Yunanistan, bu tarihte hiçbir zorluk çekmeden ve Türkiye’nin hiçbir talebiyle karşılaşmadan tekrar NATO üyesi olabilme başarısını, “Türkiye’ye karşı kazanılmış bir diplomatik zafer” olarak niteledi.
Darbenin ülkeye ve millete olan telâfisi adeta imkânsız zararlarından biri de işte bu şekilde gerçekleşmiş oldu, ne yazık ki…
Komşuda darbe
Yunanistan’da da 21 Nisan 1967’de bir askerî darbe gerçekleştirildi. Darbeciler “Albaylar Cuntası” ismiyle anılıyordu.
Bu cunta, 1974’e kadar, yani yedi yıl boyunca Yunanistan’ı yönetmeye çalıştı. Aynı cunta, el altından Kıbrıs’a da el attı ve oradaki EOKA militanı Nikos Sampson öncülüğünde ikinci bir darbe daha gerçekleştirdi.
15 Temmuz 1974’te yapılan ve Rum lider Makarios’u deviren bu darbe esnasında, yaklaşık 2000 kadar da Rum vatandaşı katledildi. Papaz Makarios, İngiliz üsleri aracılığıyla Malta’ya kaçmayı başardı.
Kıbrıs üzerinde garantör devlet olan Türkiye ise, aynı gün harekete geçti ve 20 Temmuz’u Ada’ya çıkartma yapma günü belirleyerek askerî hazırlıklara başladı.
Adına “Barış Harekâtı” denilen bu çıkarmanın hemen ardından, yani 23 Temmuz günü Yunanistan’da cunta karşıtı bir hükümet kuruldu. Karamanlis, bu hükümetin başkanı olarak göreve başladı ve Ada’da derhal ateşkes ilân etti.
Aynı Karamanlis, 26 Temmuz 1974’te ülkesini NATO’nun askerî kanadından çıkardığını duyurdu.
Bu kopuşun iki ana sebebi vardı: Birincisi, NATO’nun albaylar cuntasını dolaylı şekilde desteklediği, en azından hoş gördüğüne kanaat getirilmesi. İkincisi ise, Kıbrıs’taki olaylardan da NATO’nun dolaylı da olsa sorumlu tutulması idi.
Yunanistan, Türkiye’nin önünü kesmiş oldu
Yunanistan, ümidini bir müddet komünist Rusya’ya bağladı. Ancak, beklentilerine cevap bulamadı. Çaresiz, tekrar NATO kanadına dönmeye karar verdi.
Bunun için yıllarca uğraştı, ancak istediği sonucu alamadı. Türkiye, haklı olarak bazı şartları ileriye sürüyordu. Bu sebeple anlaşma sağlanamıyordu.
12 Eylül 1980 ihtilâlinden sonra ise, Yunanistan’ın diplomatik atakları sıklaştı ve adım adım ilerleyerek nihayet hedefine ulaştı.
Kendi cuntasını devre dışı bırakmayı başaran Yunanistan, Türkiye’deki cunta idaresini de yola getirmenin bir yolunu buldu ve 12 Eylül İhtilâlinden sadece 1 ay 8 gün sonra yeniden NATO üyesi olmayı başardı.
23 Ekim 1980 günü NATO’nun askerî kanadına dönüşü ile ilgili olarak Yunan parlamentosunda konuşan Başbakan Yorgo Rallis, kısaca şunları söylüyordu: “Yunanistan’ın NATO’dan tümüyle çekilmesi halinde, bu bölgede büyük bir boşluk meydana gelecekti. Ayrıca, NATO’nun güneydoğu kanadında tek temsilci olarak Türkiye’yi bırakmış olurduk ve ittifakın bütün yardımı normal olarak Türkiye’ye gitmiş olacaktı.”
***
Türkiye, Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşünü onaylamayı pahalıya mal edebilirdi. En azından kendisinin AB üyeliğini destekleme şartına bağlayabilirdi. Fakat, maalesef ortaya hiçbir şart sürülmedi, sürülemedi.
Çünkü, cuntacı kafa siyasetten de, diplomasiden de anlamıyordu. Anlaması da beklenmiyordu zaten.
Yunan siyasileri bu meselenin idrakinde oldukları için, cuntasını diskalifiye ederek, kendileri açısından büyük bir başarıya imza attılar. Türkiye adına, darbe cuntası sayesinde o tarihte maalesef ki pek mühim bir fırsat kaçırılmış oldu.