İstanbul Belediyesini yönetmeye talip iki rakip aday, mâkul bir hazırlık sürecinden sonra yanyana ekranlara çıkmaya karar verdiler ve bu kararı da gerçekleştirmiş oldular. Neticesi hayırlı-uğurlu olsun.
Ekiplerin arka plân çalışmaları ve görünür-görünmez sebepler bir yana, sonuç itibariyle canlı yayına birlikte çıkmış olmaları tebrike şâyân bir gelişmedir.
Bilhassa, demokrasi kültürü adına önemli bir kazanç sayılır.
Zira, bu tarz bir gelenek, demokrasi ile idare edilen medenî dünyadaki ülkelerin çoğunda büyük ölçüde oturmuş ve adeta rutin hale gelmiş durumda.
Bu adet, aslında Türkiye’de de 17 sene öncesine kadar bir nebze uygulanıyordu. AKP lideri Erdoğan, dizginleri eline aldıktan sonra buna hiç ihtiyaç duymadı.
İhtiyaç duymamanın ötesinde, gereksiz-lüzumsuz gördü. Adeta “Ben varım işte, gerisi o kadar da önemli değil” demeye getirdi.
Bu sebeple, rakip adayların veya parti liderlerinin kendisiyle birlikte canlı yayına çıkmasına imkân-fırsat tanımadı.
Buna rağmen, gelinen nokta memnuniyet verici mahiyette. Uzun bir aradan sonra tekrar başlayan bu adet, bundan sonra da hiç inşaallah kesintiye uğramadan devam edip gider.
* * *
Öte yandan, Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu’nun müştereken katıldığı söz konusu tv programı üzerinde pekçok yorumlar yapıldı. Yorumdan ziyade, her isteyen o programı istediği tarafa doğru yormaya, daha doğrusu yortmaya çalıştı.
Yaşanan bu hay-huy içinde, objektif değerlendirmeler nisbeten gölgede kaldı.
Ortalığı bulandıranların, özellikle “Kraldan çok kralcılar” olduğu açıkça görülüyor. Yoksa, her iki aday da gayet olgun davrandılar. Zaman zaman tansiyon yükselse de, aralarındaki tartışmayı birbirinin yüzüne bakamaz bir raddeye çıkarmadılar. Bu açıdan da onları tebrik etmeli.
Hele, final safhasında karşılıklı olarak yaptıkları jestleri takdirle karşılamalı: Birlikte “aile fotoğrafı” çektirmeleri ve yapılan “çay dâveti” teklifi, aslında uzun süredir yapılamayan ve neredeyse artık unutulmaya yüz tutan birer “nezâket davranışı” olarak görülmeli.
Her şeye rağmen, ortaya ümit ve heyecanlı bir tablo konulmuş oldu. Takdir - tercih, seçmen vatandaşların.
*****
GÜNÜN TARİHİ 19 Haziran 1788
Şems-i Bitlisî
Bitlis’in Güneşi mânâsıyla ismiyle anılan büyük âlim Şems-i Bitlisî, 1788’de Bitlis’te vefat etti. Asırlardır bir ziyaretgâh hüviyetinde olan mezarı, bugün kendi ismiyle anılan mahallede bulunmaktadır.
Büyük İslâm âlimi Bitlisî’nin, aslen Abbasî soyundan olduğuna dair rivâyetler var.
1715’te Bitlis’te doğan Şems-i Bitlisî’nin asıl ismi Mahmut. İlk tahsilini yedi yaşında babasından aldı. Kısa bir süre içinde Arapça ve Farsça’yı öğrendiği gibi, çok küçük yaşlarda hafızu’l-Kurân oldu. Bilâhare, büyük kardeşi Hasan Hocanın yanında tasavvuf dersleri aldı. Bununla da yetinmeyerek, ayrıca Hadis, Fıkıh, Tefsir, Kelâm derslerinin yarı sıra, Matematik, Mantık, Astronomi, Tarih, Coğrafya derslerini alarak, kendini çok iyi seviyede yetiştirmeye gayret gösterdi.
Bu safhadan sonra, zaman zaman münâzara tarzındaki sorulu-cevaplı tatbikatlarda bulundu. Bir ara, Bitlis ve çevresinde eşkiyalık-zorbalık yapan kişi ve gruplarla da mücadele eden Bitlisî, ilmin yanında üstün cesaretini ispat etmiş oldu. Bir müddet Bağdat’a giderek, orada hem ilmini geliştirdi, hem de ilimdeki üstün kabiliyetini orada da sergileme imkânını buldu.
1788 yılı Ramazan ayının 12. günü kuşluk namazı vakti makamına çıkan oğlu ve talebeleri, onun kıbleye dönmüş vaziyette vefat ettiğini gördüler.