Hilâfet makamını mânevî şahsiyetinde barındıran Büyük Millet Meclisi, 18 Kasım 1922’de aldığı bir kararla, yeni halifenin Abdülmecid Efendi’nin olduğunu belirlemiş oldu. Son halife, 3 Mart 1924’e kadar da Hilâfet makamının temsilcisi durumundaydı.
Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti, ilk başlarda aynı zamanda bir Hilâfet Cumhuriyeti şeklindeydi. Hatta, Anayasanın 2. maddesine göre, aynı anda bir “İslâm Cumhuriyeti” idi. Üstelik, bu hüküm tâ 1927’ye kadar da aynen devam etti.
Sonra, mevcut şartlar büsbütün değişti, yahut değiştirildi.
Şimdi, o günleri biraz da mercek altına alarak incelemeye çalışalım.
***
Sultan Vahdeddin’in bir gün önce mecburiyet tahtında yurt dışına gitmesi üzerine, Millet Meclisi tarafından yeni halifenin Abdülmecid Efendi olduğu ilân edildi.
1 Kasım’da saltanatın resmen kaldırılmasıyla birlikte, Sultan Vahdeddin’in de “Sultanlık” vasfı sona ermiş, sadece “Halifelik” ünvanı kalmıştı.
Ortaya çıkan yeni durumu kendisi ve aile efradı için güvenli bulmadığı için de, İngilizler’den yardım isteyerek bir gemiyle yurdu terk etmek zorunda kaldı.
Bu, aslında beklenen bir gelişmeydi. Zira, İngiliz işgal güçleriyle, şöyle veya böyle anlaşan, uzlaşan her kim varsa, bir şekilde terk-i diyâr etmek mecburiyetindeydi.
Ankara’da teşkil olunan yeni yönetim, bu dönemde Anadolu’daki istilâcı Yunan kuvvetleriyle birlikte, İstanbul’daki işgal kuvvetleriyle de tam bir zıtlaşma içindeydi. Herhangi bir sebeple düşmana yakın görünenler, mutlak sûrette kendini Ankara’dan uzak tutması gerekiyordu.
***
Bu vaziyet, hayli acıklı olmakla beraber, o günler için çok da yadırganacak bir tutum değildi. Kaldı ki, Sultan Vahdeddin, yurt dışına çıkmayı kendi isteğiyle tercih etmişti.
Asıl büyük ıztırab bu tarihten yaklaşık bir buçuk yıl sonra yaşandı. 3 Mart 1924’te Halifelik kurumu kaldırıldı. İş bununla da sınırlı kalmadı; Meclis tarafından, Osmanlı hanedanına mensup bütün fertlerin Türkiye sınırları dışına çıkarılmasına karar verildi.
Altı yüz küsûr sene önce gelerek bu toprakları vatan edinmiş, her karışını şehit kanlarıyla sulayarak fetihler yapmış olan Osmanlı, bu tarihlerde yabancılar tarafından değil, bizzat kendi soydaşları, güya kendi dindaşları tarafından hudut haricine çıkartılıyorlardı. Hem de, tam bir perişaniyet içinde…
Dolmabahçe’den Çatalca’ya, oradan trenle İsviçre’ye gönderilen Abdülmecid Efendi, buradaki dünya ajans temsilcilerine şu açıklamayı yaptı: “Millet Meclisi’nin ‘Hilâfeti ilga’ kararı yersiz ve haksızdır.” (TTK; Cumhuriyet Tarihi Kronolojisi, s. 411)
***
Hilâfetin kaldırılması gerektiğine dair ilk ciddî görüşmenin Lozan Konferansı’nın II. safhasında (Temmuz 1923) yapıldığı yönünde kuvvetli bilgi ve belgeler var.
Bu yöndeki bilgi ve belgelerin en önemlilerinden bir tanesi 1950’li yıllarda neşredilen Büyük Doğu Mecmuası’nın 29. sayısında yayınlandı.
Orada yer alan “Hilâfet kaldırılacak; Din öldürülecek” şeklindeki net ifadeler, bildiğimiz kadarıyla şimdiye kadar tekzip dahi edilmedi. Demek ki, doğru şeyler...