Türkiye'nin son yarım asırlık tarihinde cunta ve gizli komita faaliyetleri hemen hiç eksik olmadı.
Bilinen ve tesbit edilen ilk cunta hareketi, 1957 senesinde ortaya çıktı.
Ordu içindeki bir grup subay, Demokrat Partiyi devirmek için, gizliden bir cunta kurdular.
Cuntanın başı Yarbay Faruk Güventürk'tü. Buna rağmen, dönemin Askerî Mahkemesi (26 Mayıs 1958'de Polatlı Topçu Okulu'nda kurulan mahkeme) hadiseyi örtbas etti.
Altı ay süren dâvâ, cuntacıların beraati ile neticelendi. Ceza alan tek kişi ise, cuntacıları ihbar eden Samet Kuşçu isimli binbaşı oldu.
Bu tarihten sonra, ne yazık ki cuntacılık yol oldu, meslek oldu, ordu içinde meziyet, marifet telâkki edildi.
Ve, o gün bugündür, zaman zaman sivil bağlantısı da bulunan askerî cunta faaliyeti hiç eksik olmadı.
İşte, bunlardan birinin adı da "9 Mart Cuntası"dır.
9 Mart 1971'de darbe yapmayı tasarlayan bu cuntanın lideri, aynı zamanda 27 Mayıs (1960) Darbesinin de ilk lideri olan Korg. Cemal Madanoğlu'dur.
Cuntanın içinde, sadece asker değil, sivil kesimden şöhretli kimseler de vardı. İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, Mahir Kaynak, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal...
MİT görevlisi Mahir Kaynak'ın ihbarı ve cuntayı deşifre etmesi sebebiyle, bu hareket başarıya ulaşamadı.
Cuntayı başarısız kılan bir diğer hareket ise, ordu üst kademesinde aniden ortaya çıkan "12 Mart Cuntası" oldu.
12 Mart 1971'de kuvvet komutanlarının hükümeti hedef alan muhtırası, hem mevcut hükümetin, hem de darbe planlayan cuntanın sonunu getirdi.
Aynı gün Demirel hükümeti istifa etti. Cuntacılara ise, bilâhare göstermelik cezalar verilmesi cihetine gidildi.
12 Mart Muhtırası ile, Türkiye'ye kapkara bir "ara rejim" dönemi yaşatıldı.
Muhtıracılar, hükümetin istifa etmemesi halinde, silâh zoruyla darbe yapacaklarını—medya ve Cumhurbaşkanlığı kanalıyla—açık bir dille deklare ettiler.
Hükümet şayet istifa etmemiş olsaydı, Meclis iradesinin süngüleneceği ve 13 Mart 1971’de Türkiye’nin bir kanlı darbeye daha sahne olacağı kuvvetle muhtemeldi.

Apaçık darbe tehditli muhtıra karşısında Başbakanlıktan istifa eden Demirel, Millet Meclisinin kapatılmasını önlemiş oldu.
Muhtıraya övgü düzen Başbakan
Muhtıra sonrası başlayan "ara rejim dönemi"nin ikinci Başbakanı olan Ferit Melen, Alman Bavyera TV'de 17 Haziran 1972 günü yayınlanan konuşmasında, 12 Mart Muhtırasından övgüyle söz etti. Melen, ordunun siyasete müdahale etmekte de çok haklı olduğunu sözlerine ekledi.
Kuvvet komutanları, 12 Mart'ta (1971) Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla hükümete sert bir muhtıra vererek, derhal istifa edip çekilmesini istedi. Aksi takdirde, doğrudan müdahale yapılacağı, yani askerî darbe yoluna gidileceği tehdidinde bulunuldu.
Darbe çılgınlığının önüne geçmek ve parlamento yolunu açık tutmak adına istifa eden Demirel Hükûmeti, bir bakıma "âzamüşşer"re meydan vermemek için "ehvenişer"i ihtiyar etti.
Böylelikle, Türk siyaset tarihinde yeni bir ara ve dahi kara rejim dönemi başlamış oldu.
Muhtıra sonrası, "tarafsız başbakan" adayları arandı. Bunların her biri bir yıl hükümet yönetecekti. İlk olarak, CHP'den ayrılmış görünen Nihat Erim Başbakan oldu. Bir yıl sonra yine eski CHP'li Ferit Melen ve ondan sonra da aynı zihniyetin takipçilerinden Sadi Irmak Başbakanlık makamına getirildi.
Ferit Melen, Halk Partisinden M. Güven Partisine geçmişti. 12 Eylül Darbesinden sonra Milliyetçi Demokrat Partili oldu. 1988'de vefat etti. Oğlu Mithat Melen ise, 2007 genel seçimlerinde MHP İstanbul milletvekili olarak Meclis’e girdi.
‘Aras’atta bir diplomat
Tevfik Rüştü Aras

Türkiye'de en uzun süreli Dışişleri Bakanlığı yapan Tevfik Rüştü Aras, 5/6 Ocak 1972’de İstanbul'da öldü.
M. Kemal ile arkadaşlığı tâ gizli İttihat–Terakki yıllarına kadar dayanan Aras, 1920'de milletvekili, 1925'te ise Dışişleri Bakanı oldu.
Tevfik Rüştü Aras'ın Dışişleri Bakanlığı, Mustafa Kemal'in ölüm tarihi olan 10 Kasım 1938'e kadar aralıksız şekilde devam etti.
Hemen hemen aynı yıllarda yine kesintisiz şekilde Başbakanlık yapan İsmet Paşa, bu şahıstan pek hoşlanmadığı halde, M. Kemal'in bu yakın arkadaşını, kurduğu her kabinede bakan yapmak zorunda kaldı.
İnönü, M. Kemal'in ölümünün hemen ertesi gününde onun bu makamdaki görevine son verdi.
İnönü ile arası açılan Aras, sırf bu husûmet yüzünden 1946'da kurulan Demokrat Partiye zımnen destek verdi. Ancak, kendisi bir türlü Demokrat olmadı, olamadı.
Aras'ın siyasete meyil arzusu, 1961'de yeniden depreşti. Bu tarihte kurulan Yeni Türkiye Partisine girdi. Ancak, bu parti, o dönemde AP'yi bölmenin dışında siyasî hayatta pek başarılı olamadı.
M. Kemal ile yakın arkadaşlığı sebebiyle İsmet Paşaya yaranamayan Aras, tek parti zihniyetinin en uzun süreli Hariciye Bakanı olduğu için de Demokratlarla uyuşamadı. Hayatının sonunda girdiği YTP ise milletin teveccühüne mazhar olamadı.
Böylelikle, hiçbir tarafa yaranamayan Aras, siyasî hayatını kötü bir final ile noktalamış oldu.