"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mareşal’in gidişiyle dengeler değişti

M. Latif SALİHOĞLU
10 Nisan 2017, Pazartesi
GÜNÜN TARİHİ: 10 Nisan 1950

Mareşal’den kast ettiğimiz kişi, 10 Nisan 1950’de ölen meşhûr Fevzi (Çakmak) Paşa’dır.

Mezarı Eyüpsultan’da, tam da Yahudi iş adamı Üzeyir Garih’in öldürüldüğü noktada bulunuyor.

Hemen aynı yerde, Paşa’nın mürşidi olarak bilinen Hüseyin Küçük Efendi’nin mezarı da bulunuyor.

Alarko Holding’in sahibi Üzeyir Garih (1929-2001), bu iki şahsın, vaktiyle Yahudilere yapmış olduğu iyilikleri sebebiyle, her Cumartesi günü kabirleri başına gider ve kendi usûlünce onlara duâ ederdi.

* * *

Millet Partisi Fahrî Başkanı olan Fevzi Paşa (1876-1950), 14 Mayıs’ta yapılacak genel seçimler sebebiyle meydan meydan dolaşırken, Trakya’daki seçim gezisi esnasında rahatsızlandı ve 10 Nisan günü Teşvikiye Sağlık Evi’nde öldü. Ce­na­ze me­ra­si­mi de bir hayli o­lay­lı geç­ti.

Fevzi Paşa’nın, genel seçimlere tam da 34 gün kala âniden ölmesi, siyasî dengelerin büyük ölçüde DP lehinde değişmesine sebebiyet verdi.

Şayet Paşa ölmeseydi, Demokratların tek başına iktidara gelmesi çok zor olacaktı. Zira, dindar kitlenin nazarında “Dindar Mareşalin Partisi” birinci derecede tercihe şâyân idi.

Mareşal’in seçimden kısa süre önce gitmesiyle, tabandaki dindar seçmen kitlesi, DP’ye doğru “yatay geçiş” yaptı ve “Demokratların zaferi”ni netice verdi.

Şimdi de, Fevzi Paşa’yı biraz daha yakından tanımaya çalışalım.

Emirber Mareşal

1876 İstanbul doğumlu olan Fevzi Paşa, askerlik mesleğinde adım adım rütbe ve mertebe kazanarak, 1919'da "Osmanlı Seraskeri" makamına, yani Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükseldi.

Bu tarihten sonra zaman zaman siyasî (mebusluk, bakanlık gibi) vazifeler üstlenmiş olmakla beraber, esasen askerlik mesleğinden hiç ayrılmadı. Tâ ki, 1944'te "yaş haddinden" emekliye sevk edilinceye kadar.

* * *

1920 Mart’ından itibaren Ankara hükümetinin emri altına giren Fevzi Paşa, 1922'de Genelkurmay Başkanlığı’na getirildi. 

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin toplamını aldığınızda, paşanın "Seraskerlik" müddeti 25 seneyi buluyor. 

Kendisi Mareşal olmasına rağmen, bu 25 yıllık süre içinde siyasî otoriteye karşı mutî, yani tam itaatkâr bir asker olarak çalıştı.

Dizgin-inisiyatif başkasında

Osmanlı döneminde böyle olduğu gibi, birinci ve ikinci reisicumhura (M. Kemal ve İsmet Paşa) karşı da aynı itaatkârlık içinde bulundu. Kendisi yaşça ve rütbece daha büyük olmasına rağmen, emri altına girmiş olduğu siyasî otoritelerin hiçbirine karşı en ufak bir muhalefeti dahi vaki olmuş değil.

Baştakiler, ne diyorlarsa aynısını yapıyor: Vur diyorlarsa vuruyor, dur diyorlarsa duruyor; as diyorlarsa asıyor, kes diyorlarsa kesiyor. Aynı şekilde, bakanlık yap diyorlarsa yapıyor, bırak diyorlarsa bırakıyor. Öyle ki, Ankara hükümetinin ilk dönemlerinde kendisine tevdi edilen üç bakanlığı birden üstlendiği dahi olmuş.

Dr. Rıza Nur, "Hatırat"ında kendisine niçin böyle davrandığını söylediğinde, şu cevabı aldığını yazıyor: "Ne yapayım? Bana vazife veriyorlar, ben de alıyorum."

Dr. Nur, kendince şu teşhisi koyar: "Bu, inisiyatifsiz bir şahsiyettir."

* * *

“Kıyafet İnkılâbı”na dair teklif, henüz daha görüşülüp kànunlaşmadan, şapkayı Meclis'te ilk giyen kişi, yine Fevzi Paşa’dır. 

Bundan da anlaşılıyor ki, kendisi önceden fena halde ikna edilmiş...

* * *

M. Kemal'in siyasetten uzaklaştırdığı İsmet Paşa, 11 Kasım 1938 günü Fevzi Paşa’nın kesin desteği ve askerî dayatmaları sayesinde cumhurbaşkanı oldu. İsmet Paşa ise, 1944'te onu bir başka dayatma taktiğiyle emekliye sevk etti.

1946'da Demokratların (DP) Cumhurbaşkanı adayı ve ardından aynı partinin listesinden İstanbul milletvekili oldu. Meclis'e girdikten bir müddet sonra DP'yi sattı ve MP'nin (Millet Partisi) kurucuları arasına girdi. Böylelikle, kendisini harcayan CHP’nin değil, onun karşısındaki DP'nin kuvvetini kırmaya çalıştı.

10 Nisan 1950'de ölen ve cenaze merasimi hayli olaylı geçen Fevzi Paşa hakkında, en doğru tesbitlerden biri de hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursî'ye ait.

Feyzi Paşa’yı, mesleği ve zahirî kişiliğiyle hiç başdaşmayan ve başkasının boyunduruğu altına kolaylıkla girebilen ve pekçok fenâlığa da âlet edilen bir kişilik sahibi olarak gören Üstad Bediüzzaman, Şuâlar (Beşinci Şuâ) isimli eserinde—paşanın ismini vermeden—şu ifadelerle söz eder: "...Gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevvâl ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker." (Age, s. 513)

Rumûzât-ı Semâniye eserinde ise, “Dizginleri zındıkların eline verdiği” için, âkıbetinin vahim olduğuna dair bir kanaat husûle geliyor. Bu sebeple, öldüğünde “Allah rahmet eylesin” demiyor, diyemiyor, Üstad.

Okunma Sayısı: 3522
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı