Bir kaç yazıyla üzerinde etraflıca durduğumuz siyasî “Milletçiler” meselesine dair bazı hikâyeleri de aktardıktan sonra şimdilik nokta koyalım.
Üstad Bediüzzaman’ın iktidar olabilme potansiyeline sahip olarak gördüğü üç siyasî partiden biridir, Millet Partisi.
Zaman içinde isimleri değişse de, ana temayül olarak Halkçılar, Milletçiler ve Demokratlar hep var ola gelmişlerdir.
Son altmış-yetmiş senedir kurulan hemen bütün partiler, bu üç ana eksenin yörüngesinde hareket etmişler, bunun dışına çıkma, hele hele uzun vadede bu üç eksenin dışında durma şansını, imkânını bulamamışlardır.
Demek ki, Türkiye’nin rasyonel siyaset tablosunu bu üç siyasî damar teşkil ediyor. Dolayısıyla, diğer küsûrat partiler, bu ana damarlardan beslenen tali derecedeki orta, ince, kılcal damarlar hükmündedir.
Mustafa Sungur’un hatıraları
Bize göre, nihayet derecede dikkat çeken bir nokta şudur ki:
1948’de Ankara’da, Bediüzzaman’ın dostu Osman Nuri Beyin evinde, Fevzi Paşanın liderliğinde, DP’den yapılan transferlerle 33 kurucu üye sayısıyla kurulan Millet Partisi, öncelikle ceberrut Halk Partisiyle değil, henüz var olma aşamasında bulunan Demokrat Partiyle uğraşmayı, hatta mümkünse onu siyaset tablosundan silmeyi en büyük gaye ve hedef olarak seçmiştir.
Bununla beraber, kuruluş maksadını “tamamıyla İslâmiyete hizmet” şeklinde olduğu hususunu, el altından efkâr–ı ammeye ilân etme cihetine gitmiştir. (Bkz: Mustafa Sungur, Son Şahitler–4, s. 43)
Hatıralarını şifahî olarak da dinlediğimiz Mustafa Sungur Ağabey, ayrıca şunları naklediyor: "Osman Nuri Efendi, Üstad Bediüzzaman'ın dostu ve mübarek bir insandır. Harb–i Umumi'de Alay Müftülüğü yapmış ehl–i kalp bir zattır." (Age, s. 44)
İşte, içinde böyle Osman Nuri, Abdurrahman Şeref Laç, Eşref Edip, Necip Fazıl, Cevat Rıfat, Abdürrahim Zapsu gibi dost ve dindar şahsiyetlerin bulunduğu Millet Partisine (ardından İslâm Demokrat Partiye) bile Üstad Bediüzzaman'ın hiç iltifat etmediğini; buna mukabil, Ahrar tabir ettiği Demokratları destekleme mânâsında bir kaç mektup neşrettiğini, yine aynı hatıralardan (ayrıca Bayram Yüksel’in hatıralarından) okuyup öğreniyoruz.
M. Sungur, Millet Partisinin DP'ye vereceği muhtemel zararlar karşısında Üstad Bediüzzaman'ın neşrettiği lâhikalardan aşağıdaki iki misâli aktarıyor:
Birincisi: "...Millet Partisi ise: Eğer İttihad–ı İslâmdaki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikri ise..." (Age, s. 45 ve Emirdağ Lâhikası, s. 422)
İkincisi: "Milletçilere gelince... Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise... " (Age, s. 45 ve Emirdağ Lâhikası, s. 422)
1948’de Millet Partisinin kurulmasıyla birlikte yayın hayatına 20 küsûr yıl sonra yeniden başlayan Eşref Edip idaresindeki Sebilürreşad, 1950’lerde İslâm Demokrat, 1970’lerde ise Millî Nizam ve Millî Selamet Partisine var gücüyle destek olmaya çalıştı. Eşref Edip Bey, aynı zamanda Millî Nizam Partisinin isim babası.
“Allah rahmet etsin” diyemedi
Biz Üstadımızın yanına gittiğimizde Ceylan'la beraber. Fevzi Çakmak öleli 4-5 ay olmuş. 'Ben' dedi 'Ölümü ile bazı gençlerin intibahına vesile olduğu halde 'Fevzi Çakmak'a hâlâ Allah rahmet etsin diyemedim. Maamafih.. Sizin hatırınız için şimdi diyeceğim.' 'Aa, Aa, Aa' diye demeye çalıştı, 'Diyemiyorum' dedi. Niçin? Bu icraatların temelinde onun hissesi var..." (Aksiyon, 15 Nisan 2013)
Dostun muhalif siyasî görüşü
Bir önceki bölümde—doğrudan lâhika mektubuyla—nazara verdiğimiz gibi, Necip Fazıl ve Eşref Edip Beyler, din-iman hizmetinde hakiki dost ve mücahidane tavrıyla takdire şâyân birer şahsiyet olmakla beraber, siyaset noktasında, bilhassa 1948’den sonraki dönemde Üstad Bediüzzaman’la ve Nur Talebeleriyle sûret-i kat’iyede anlaşamamış ve mutabık kalmamışlardır.
Bu gibi şöhretli zâtlar, çıkardıkları neşir vasıtalarıyla da, Demokratları alabildiğine yermekten, Fevzi Paşa gibi Milletçileri ise alabildiğine yüceltmekten hiç bir zaman geri durmamışlardır.
Öyle ki, 30 Mayıs 1960’ta işkenceden dolayı baygın halde iken Harp Okulu penceresinden aşağı atılarak vahşice katledilen DP’li İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında bile, yalancı gaddar darbecilerin “İntihar etti” tezine sarılmakta, dahası üstüne yalan-yanlış hikâyeler uydurmakta bir beis görmemişlerdir.
İsim babası, fikir destekçisi
1970’te kurulan Millî Nizam Partisinin isim babası, Milletçilerin eski fikir öncülerinden olan Eşref Edip Beydir.
Bu dost şahsiyet, aynı zamanda Millî Selamet hareketinin de en dinamik fikrî destekçilerindendir.
Bu konudaki bilgiler, merhumun vefat yıldönümü münasebetiyle ESKADER tarafından geçen sene organize edilen “Babıâli Sohbetleri” esnasında, şahitler tarafından yüzden ziyade dinleyici önünde bütün açıklığıyla ortaya serd edildi.
Oy çokluğu “sevâd-ı âzam” mı?
Önemli bir yanılgı noktası da şudur ki: Bazıları oy çokluğunu “sevâd-ı âzam” şeklinde yorumluyor.
Üstad Bediüzzaman’ın yaşayış, geçim (derd-i maişet) meselesinde uyulmasıgerektiğini ders vermesi, bu prensibin her zaman ve her sahada tatbikini gerektirmez.
Meşrûtiyet döneminde kurulan Ahrar Fırkası, hiçbir seçimde oy çokluğu elde edemedi, hatta baraj altında kaldı, millet vekili çıkaramadı. Bediüzzaman, buna rağmen onlara destek olmaya çalıştı. Dahası, siyaseten sıfırlandığı halde, yine de başkasının dolmuşuna binmeyerek, 35 sene müddetle iktidar potansiyeline sahip olan bu misyonun yeniden dirilişini beklemeyi tercih etti.
Kezâ, 1961’de ve 1982’de referanduma götürülen darbe anayasalarına yüzde 60’ın, hatta 90’ın üzerinde oy çıktı. Aynı darbeciler, genel seçimler için de yüzde 10 oy barajını getirdi. İstemediklerini elbirliğiyle boğmak için...
Dolayısıyla, darbecilerin oy oranına bakıp, yahut münafıkane oyunlarına aldanıp “sevâd-ı âzam” meselesini yanlış tefsir etmemeli, yanlış yere tatbik etmemeli.