Kudüs’ün kalbinde yer aldığı Filistin toprakları, tarih boyunca defalarca el değiştirmiş. Son olarak, 12 Mayıs 1949’da sahada-meydanda değil de, BM çatısı altında aynı topraklar üzerinde bir Yahudî devleti olarak İsrail’in kurulması resmiyete bağlandı.
Bir devletin bu şekilde kurulması, yani masa başında resmiyet kazanması, insanlık tarihinde ender görülen bir vakıadır. İsrail devletinin BM marifetiyle uluslararası statü kazanması, özellikle İngilizlerin çabası ve İngiltere’nin öncülük etmesiyle gerçekleşti.
«
14 Mayıs 1948’de mandacı İngiltere’nin bölgeden çekilmesinin hemen ardından İsrail bağımsızlığını ilân etti. Yaklaşık bir sene sonra da (12 Mayıs/bugün) BM’nin bağımsız ve egemen bir üyesi olma statüsünü kazanmış oldu.
«
Kudüs ve merkezinde yer almış olduğu Filistin coğrafyası, tarihte mükerrer defalar el değiştirmiş, farklı farklı din ve etnisiteden kimseler burada hâkimiyet tesis etmişlerdir.
Şimdi, fetihler, işgaller, istilalar şeklinde yaşanan bu el değiştirme hikâyesine şöyle kısaca bir nazar gezdirelim.
Kudüs, İslâm tarihinde ilk olarak Hz. Ömer’in 638’deki Yermuk Zaferinden sonra bir İslâm beldesi hâline geldi. Bu statü, asırlarca devam etti. Tâ ki, 1099 yılında yaşanan I. Haçlı Seferine kadar. Bu tarihte sonra, Kudüs Müslümanların hakimiyetinden çıktı, Hıristiyanların eline geçti. Hatta, Kudüs’te bir Hıristiyan Krallığı kuruldu.
88 yıl süren bu krallık zamanında, Kudüs ve çevresindeki Müslüman ahaliye yapılmayan baskı, zulüm, işkence neredeyse kalmadı. Defalarca katliâm vâkası yaşandı.
Kudüs’te dayanılmaz boyutlara çıkan zulümler, Sultan Selâhaddin’in tarih sahnesine çıktığı zamana kadar âdeta kesintisiz şekilde devam etti.
Selâhaddin-i Eyyûbî hakkında müstakil bir biyografik eser yazan Namık Kemâl, “Evrak-ı Perişân”da ondan şöyle bahseder: “Binlerce Müslüman sultanı içinde, Asr-ı Saadet hariç, üstünlüğü ve büyüklüğü itibariyle Selâhaddin’e müsavî [eşit] olanlar, topu topu on-on beş nadir kişiden ibarettir.”
Üstad Bediüzzaman’ın da, Divan-ı Harb-i Örfî isimli eserde şu ifadesi yer alıyor: “…Şeriat-ı garra müsavatı ve adaleti ve hakikî hürriyeti, cem-i revabıt ve levazımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salâhaddin-i Eyyubî âsârı (icraatı) bu müddeaya delil-i alenîdir.”
«
Selâhaddin-i Eyyubî, Filistin ve Kudüs için vermiş olduğu mücadelelede büyük bir muzafferiyet kazandı: 1187.
Aslında sadece Kudüs ve Filistin’de değil, Ortadoğu coğrafyasının birçok merkezinde (Trablus, Akka, Nasıriye, Taberiye, Beyrut…) yerleşmiş ve buralarda hâkimiyet tesis etmiş olan Haçlılarla yapılan 88 yıllık mücadele, 1187’de senesinde bitme noktasına geldi. Zira, bölgede güçlü bir İslâm devletini (Eyyubî Devleti) kurmaya muktedir olan Sultan Selâhaddin, Haçlıların ihlâl etmiş olduğu ateşkes (mütareke) anlaşmaları sebebiyle, bunların tek tek hesabını sormaya yöneldi.
Suriye’nin Taberiye şehrindeki karşılaşmada ise (4 Temmuz’daki Hittin Savaşı), birleşik Haçlı kuvvetleri Sultan Selâhaddin’in karşısında dize geldi.
Hiç vakit kaybetmeyen Sultan Selâhaddin, var gücüyle Kudüs’e yüklendi. İslâm ordusu, kendisinden kat-bekat kalabalık durumdaki Haçlı ordusunu Kudüs’te de kesin bir mağlûbiyete uğrattı. Buradaki Latin Krallığına son verildi ve Kudüs yeniden fethedilmiş oldu.
«
Tarih seyri içinde defalarca fetih ve işgal vak’alarına sahne olan Kudüs, en uzun süren huzur ve sükûn devresini 1517-1917 tarihleri arasındaki 400 yıllık süre içinde yaşadı.
Dünyada İslâm birliği’nin mimarlarından olan Yavuz Sultan Selim, Kahire’den sonra Filistin’e yöneldi ve 30 Aralık 1517’de Kudüs’e girerek burayı yeniden fethetti. Bu mübarek ve mukaddes fetih, huzur ve sükûn içinde tam dört asırlık bir ömür sürdü.
«
Kudüs, I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, bilhassa 1917 yılı sonlarında İngilizlerin işgaline uğradı. İngilizler, diğer Filistin toprakları gibi Kudüs’ün idaresini de kademeli şekilde Yahudîlere transfer ettirecek sinsî bir politika izledi.
Ve, yüz yılı aşkın süredir devam ede gelen çileli “Kudüs Davası”, bir başka ifade ile “Filistin Sorunu”, bölgedeki “İngiliz siyaseti” sayesinde âdeta kangrene dönüşmüş vaziyette.