Nur Külliyatı içinde yer alan Meyve Risâlesi, 1944 Denizli Hapsinin bir meyvesidir. İki cuma arasında telif edildi. İmana, tevhide, âhirete dair on bir meseledir.
Meyve Risâlesi’ndeki bahisler, Hulûsî Yahyagil’in tâbiriyle, aynı zamanda bir iman vesikası olup merhum Hafız Ali’nin suâl melekleri olan Münker-Nekir’e cevabıdır: Kabre konulduğunda herkese sorulan o “Men Rabbuke?”nin cevabı...
*
Üstad Bediüzzaman, Meyve Risâlesi’nin takdiminde “Denizli Hapsinin Bir Meyvesi” başlığıyla şu manidar hatırlatmayı yapar:
“Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanâmesidir. Ve bu hapsimizde hakikî müdafaanâmemiz dahi budur. Çünkü, yalnız buna çalışıyoruz.
“Bu risale, Denizli Hapishanesi’nin bir meyvesi, bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.”
*
Denizli Hapishanesinde bir şehid-i mazlum olarak vefat eden Hafız Ali’nin kabirdeki haline, berzahtaki vaziyetine dair acip-garip meseleyi, Hz. Bediüzzaman’ın saff-ı evvelden has talebeleri olan Ahmet Feyzi ile Hulûsî Beyin karşılıklı sohbet esnasındaki ses kaydından dinledik. Onlar da, aynı meselenin bir kısmımı müşahade ederek, bir kısmını da bizzat Üstadlarından dinleyerek anlatıyorlar.
Aralarındaki hüzünle karışık o coşkulu konuşmanın metnini olduğu gibi takdim ediyoruz. Buyrun birlikte takip edelim:
Ahmet Feyzi:
Ben 6 eserin yazılmasına şahit oldum. O da iki hapishanede. Biri Denizli hapsinde, diğeri de Afyon hapsinde. Her iki hapiste o kadar takayyüz, yani bir kelime yazılmaması için o kadar şiddetli bir şey vardı. Ve hiçbir yazının içeri dışarıya çıkmasına, kuş uçmasına imkan yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risalesi, Meyve Risalesi şaheserdir. Meyve Risalesi’ni
Hulusi Bey:
Merhum Hafız Ali’nin münkereyne (Münker-Nekir’e) cevabı Meyveler Risalesi ile olmuştur.
Ahmet Feyzi:
Tamam Denizli’de başgardiyan elde edildi. Üstad ayrı, tek hücrede, biz de ayrı ayrı koğuşlardayız. Ispartalılar bir koğuşta, oraya gönderiyorlar hep. Biri cigara kağıdı. Kağıt yok, bir şey yok, imkanı yok. Mahkûmlar tabi cigara içiyor, değil mi? Paketlerin kağıdını atıyorlar. O kağıtlar alınıyor, üç satır yazı yazılıyor. Gardiyan, başgardiyan: “Hafız Ali!” Hafız Ali çıkıyor “Al” ona veriyor. 3 satır. Ertesi gün, 5 satır daha..
O da veriliyor, o da veriliyor. Hiç birbirine siyakı sibakı uyuyor mu, biri diğerini tutuyor mu, böyle bir şeyler yok. Nihayet gönderiliyor, bundan Meyve Risalesi..
Bugün Meyve Risalesi’ni okuduğunuz zaman ondaki azamet-i ifade karşısında insan dona kalır! Biri de böyle yazıldı, ben bunu gördüm. Sonra, daha garip bir şey var: 6 eserin bu şekilde bütün imkânsızlıklar, memnuniyetler içerisinde yazılıyor. Zahiren dışarıya çıkmasına imkan-ihtimal yok! Ama, bu eserlerin hepsi de dışarıya çıkıyor, dışarda neşrediliyor! Neşrediliyor efendiler! Arkadaşlar, biz ona şahidiz. Dışarıda da onlar bir şekilde neşrediliyor.
*
Meyve Risâlesinin telifinde ve neşredilmesinde böylesine harikulâdelikler olduğu gibi, merhum Hafız Ali’nin Münker-Nekir’e aynı eserle cevabında da harikulâde ber hal-vaziyet var: Kabirde kendini medresede Risale-i Nur hizmetiyle meşgul olarak hisseden HafızAli’ye iki parlak genç suretinde görünen suâl meleklerinin malum ve mukadder suallerine Meyve Risalesinden cevap veriliyor. Onlar da kemâl-i ciddiyetle dinliyorlar. On Mesele-i Tevhidiyeyi dinledikten sonra, bunu “Maşaallah-Barekâllah” ile karşılayıp öyle ayrılıyorlar.
Demek, Meyve Risâlesi tek başına dahi bir iman vesikasıdır. Hem, böyle iman hizmetiyle meşgul iken vefat eden bir kimse, aslında günah cihetiyle ölmekle beraber, sevap cihetiyle yaşıyor demektir. Hayatta olan kardeşleri, onun da hissedar olduğu şirket-i maneviyeden mütemadiyen dualarla ve sair hizmetlerle onan sevap kazandırmaya devam ediyorlar demektir.