Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye zaferinden sonra Kahire'yi fethederek koca Mısır coğrafyasını Osmanlı idaresine bağlayan Sultan Selim Hân, 30 Aralık 1517'de ordusu ile birlikte Kudüs'e vâsıl oldu.
Kahire gibi burayı da pek zorlanmadan fetheden Yavuz Selim, Filistin topraklarının tamamını Osmanlı idaresine bağladı. Ardından, yine ordunun başında olarak Mekke ve Medine'yi (Harameyn-i Şerifeyn) bağrında tutan Hicaz Bölgesine doğru menzil almaya başladı.
*
Müslümanlar ve sâir dinlerin mensupları için de mübarek ve mukaddes bir belde olan Kudüs, tarih boyunca defalarca el değiştirme vak’alarına sahne oldu.
Müslümanlar için ilk fetih teşebbüsü Hz. Ebubekir zamanında başladı; ancak, Hz. Ömer zamanında tamamlanmış oldu. Milâdî tarih itibariyle 637’de.
Bu adâletli fetihten sonra, tâ 1099'a kadar Müslümanların idaresinde kalan Kudüs, bu tarihten sonra Haçlıların akınına uğradı. 88 yıl müddetle Haçlı idaresinde kaldıktan sonra, 1187'de bu kez Selâhaddin-i Eyyubî kumandası altında, Kudüs yeniden Müslümanların hâkimiyeti altına girdi.
Mısır hükümdarı ile anlaşmaya varan Bizans idaresi, 1243'te burayı tekrar ele geçirdi ise de, işgal kısa sürdü ve Eyyubî kumandanı Necmeddin'in gayretiyle Kudüs tekrar geri alındı.
Bir süre sonra, dehşetli Moğol (İlhanlı) tehlikesi belirdi. Bağdat'taki Abbasî halifesini katleden İlhanlılar (Cengiz'in torunu Hülâgu), ardından Ortadoğu coğrafyasının hemen tamamını kararsız, istikrarsız ve güvensiz bir vaziyete sürüklemiş oldu.
Bu kaotik durum, tâ 1500'lü yılların başlarına kadar devam etti. 1512'de Osmanlı tahtına geçen Sultan Selim, Çaldıran Zaferi’nin ardından, Mercidabık ve Ridaniye'de de zafer kazandı ve hiç zaman kaybetmeden Kahire'ye yöneldi. Uzun ve çetin bir mücadeleden sonra koca Mısır ülkesini, ardından Filistin ile Hicaz Bölgesini de teslim aldı. Böylelikle, geniş İslâm diyârını Osmanlı bayrağı altında olmak üzere bir İslâm Birliği idealini teşkil etmeye muvaffak oldu.
*
Aralık 1517'de kat'î şekilde fethedilen Kudüs, tam 400 sene müddetle huzur, sükûn ve barış içinde kaldı.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru (1917-18) Osmanlı'nın bölgedeki mağlûbiyetiyle başlayan mâküs tâlih, adım adım daha da kötüye giderek ta günümüze kadar gelip dayandı.
İngilizlerin Ortadoğu politikaları sayesinde gelişip büyüyen İsrail saldırganlığı, günümüzde ise hiç sınır tanımaz bir hale geldi.
Dünyanın gözleri önünde sayısız katliâmı zulüm defterine kaydeden İsrail'in bu cüretkârlığının elbetteki bazı dayanakları var. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkün:
BİR: Arz-ı mev'ûd itikadıyla hareket eden Yahudiler, Kudüs'e ayrı bir kudsiyet atfettikleri için, burayı sadece milliyetleri adına değil, dinleri adına ve eski peygamberlerinin topraklarına sahip çıkma nâmına koruyup sahipleniyorlar.
İKİ: İsrail, başta İngiltere ve Amerika'daki güçlü Yahudi lobilerinden olmak üzere, dünyanın hemen her yerindeki Yahudi milletinden maddî-mânevî destek alıyorlar. Bu destek sayesinde, dünyanın sayılı muharebe gücüne sahip oldular.
ÜÇ: Yahudilerin bu birlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhuna mukabil, Müslümanlar, hatta Araplar, hatta ve hatta Filistinliler arasında bile ciddî ve samimî bir birlik-beraberlik ruhu bulunmuyor. Aralarında kronikleşmiş çekişmeler, müzmin hale gelmiş ihtilâflar var. İhtilâf ise, İlâhî rahmetin kesilmesine ve düşman cenâhın tasallutuna sebebiyet veriyor.
*
Türlü bahaneleri öne süren zalim İsrail, mazlum Filistin halkına yönelik yakıcı-yıkıcı saldırılarına aralıksız devam ediyor. İnsanlık âlemi ise, zayıf ve sınırlı kınamaların ötesine geçemiyor ve bu zulmü sadece seyretmekle yetiniyor.
Böylesi zamanlarda, Osmanlı'nın vaktiyle tesis etmiş olduğu İslâm Birliği dâvâsına ne derece ihtiyaç duyulduğu daha iyi anlaşılıyor.