İstibdat ve diktatörlük zamanının Dahiliye Vekilleri, bu harekete “irtica” damgasını vurabilmek için çok çalıştılar. Fakat, muvaffak olamadılar.
Hapisler, nefiyler, taarruzlar, kitle halinde tevkifler, muhakemeler... Hiçbir şey kâr etmedi. Bilâkis, bunlar şöhretinin yayılmasına hizmet etti.
Ortada mesuliyeti mucip, kànuna aykırı hiçbir şey yoktu. Ortada, yalnız bir “Risale–i Nur” vardı.
Bu Risaleler, elyazısıyla yüzlerce, binlerce nüshası etrafa dağılıyordu.
Bu Risaleler, toplatıldı. Mahkeme yoluyla ehl–i vukufa tetkik ettirildi. Yine, kànuna aykırı hiçbir şey görülmedi.
Yüzlerce mahkeme kararıyla da, bu hakikat teyid edildi.
HAYATINI NUR HİZMETİNE VAKFEDENLER VAR
Risaleler zamanla alabildiğine çoğaldı, çoğaltıldı. “İhvân–ı Safâ” risaleleri gibi bir mahiyet aldı.
130 parçadan ibaret olan bu Risaleler, binlerce sahife teşkil eder. Bazı Risaleler kısa makaleler şeklinde, bazısı da birer kitap halindedir.
El yazması Nur Risaleleri, para ile satılmaz, meccânen dağıtılırdı. Eski harflerle (Osmanlıca) kitap basımı kànunen yasak olduğu için, bu Risaleler elyazısıyla mütemadiyen istinsah ediliyor, çoğaltılıyordu. İşini gücünü terk edip, hayatını bu hizmete vakfedenler vardı. Kur’ân–ı Kerîm’i yazan hattatlar gibi, Nur Risalelerini istinsah edenler de ecir ve sevaba nail olduklarına itikad ederlerdi. Son zamanlarda bu Risaleler yeni harflerle de basılmaya başladı.
İşte, ortada bu Risalelerden başka hiçbir şey yoktu. Ne tarikat, ne cemiyet, ne de bir siyasî parti.
...Üstad Bediüzzaman, müddet–i hayatında günde bir kap yemekten fazla yemek yemiş değildir. Çoğu zaman, ekmeğini suyuna bandırarak geceyi geçirirdi.
Gece gündüz ibadetle meşguldü. Yanında, Kur’ân’dan başka hiçbir kitap yoktu.
Bütün ilhamını Kur’ân’dan alırdı. Kendi yazmaz, dikte eder, talebeleri yazardı.
Hapishanede tecrid edildiği, kimseyle görüştürülmediği halde, Nur Risaleleri yazılıp intişar ederdi. Talebeleri de, Nur Risalelerini yazmak suçuyla mahkûm olarak hapishaneye, Üstad’ın yanına girmeyi en büyük zevk ve sevab addederlerdi.
TARİKAT DEĞİL, HAKİKAT
Zahire bakanlar, Üstad’ı bir tarikat ehli zanneder. Halbuki, tarikatla bir alâkası yok. O bütün kuvvetini iman ve Kur’ân hakikatini neşr ve iman hizmetine vermişti.
Üstad’ın talebelerine verdiği dersin fâtihası şudur: “Biz ehl–i tarikat değil, ehl–i hakikatiz. Rehberimiz Kur’ân, şiârımız iman ve irfandır.
Filhakika, bir Nur Talebesinin imanı şâyân–ı hayret derecededir. İman hakikati karşısında, hayatın hiç kıymeti yoktur.
Bütün gayeleri iman ve irfandır. Dünyevî hiçbir ihtirasları yoktur. Bu derece ahlâk ve fazilet sahibidirler.
Farzları ifaya son derece itina ederler. Menhiyattan [günahlardan] şiddetle içtinap ederler. Çalışkandırlar. Hayatlarını kazanırlar. Büyük feragat sahibidirler. Ayrıca, Komünizm ve Masonluğa karşı fikrî mücadeleyi en büyük vazife telâkki ederler.
(Devamı var)
………………………….
Kaynak: Eşref Edib; Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk: Tenkid ve Tahlil, Sebilürreşad Yayınları, 1963 İstanbul.