Günün tarihi perspektifinden baktığımızda, bugün itibariyle iki mühim şahsiyet ile alâkalı iki tarihî gelişmeye şahit oluyoruz.
Bunlardan birincisi, Senûsiye tarikatı lideri Libyalı Şeyh Ahmed Sünûsî ile ilgili: Millî Mücadele saflarında yer alan bu mübarek zât, 15 Kasım 1920’de Konya’dan Ankara’ya gelerek Millet Meclisi’ni ziyaret etti ve Meclis kürsüsünden duâlar okudu. Aynen, bir hafta kadar evvel Üstad Bediüzzaman’ın yaptığı gibi.
İkinci şahsiyet olan Dersimli Seyyid Rıza ise, 1937 senesi 15/16 Kasım’ında, biri oğlu olmak üzere yedi yakını ile birlikte son derece gaddarca bir yöntemle idam edildiler. O günlerde açılan insanî ve içtimaî yara, hâlâ kapanmış, yahut kapatılabilmiş değil.
Şimdi, bu iki önemli gelişmenin seyrine biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Şeyh Senûsî’nin hizmetleri
Bilhassa Trablusgarb Harbi (1911) zamanında bölgedeki Osmanlı mücahitleri yakından tanıyan ve tanıdıkça onlara karşı muhabbeti artan Şeyh Ahmed Senûsî, İstiklâl Harbi başlara başlamak Anadolu’nun yolunu tuttu.
Yanında getirdiği talebe ve müritleriyle birlikte din kardeşlerinin safında harbe iştirak etti. “Umumî vaiz” sıfatıyla pekçok belde dolaşarak halkı uyandırmaya ve şuurlandırmaya çalıştı.
İstilâcı ecnebi kuvvetleri Anadolu’yu terk edinceye kadar da Türkiye’de kaldı. Zaferden sonra, kimi yöneticilerde görmüş olduğu dine aykırı bazı davranışlardan dolayı Ankara’dan ayrılmak istedi. Tıpkı, Üstad Bediüzzaman gibi. 1923 yılı başlarında ülkesi Libya’ya geri döndü. 1933’te Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Şeyh Sünûsî’nin Türkiye’den ayrılması üzerine, onun deruhte ettiği mânevî hizmet, bizzat M. Kemal tarafından Üstad Bediüzzaman’a teklif edildi. Ancak, işgale karşı Kuva-yı Milliye saflarında canla başla çalışan Bediüzzaman, fikren uyuşmadığı M. Kemal ile çalışmayı kabul etmeyerek, 1923 baharında memleketine dönmek üzere Van’a gitti.
Katliâmlı Dersimli Harekâtı
Resmî kayıtlarda da görüldüğü üzere Mart 1937’de başlayıp 1938 yılı Aralık ayına kadar devam “Dersim İsyanı” yahut “Tunceli Harekâtı” diye isimlendirilen hadisenin mahiyeti gibi bilânçosu da pek ağır oldu: Seyyid Rıza ve arkadaşlarının zulmen idam edilmesinin yanı sıra, ayrıca mâsum sivillerden de on binlerce insan katliâm edildi. Sağ kurtulanların çoğu sürgüne yollandı.
O dönemin tek partiye dayalı otoriter hükümeti, bazı yanlışlara düşen bölge halkını yatıştırıcı veya iknâ edici yöntemleri kullanmak yerine, âdeta bir savaş halini andıran kanlı-katliâmlı harekât ve operasyonlar düzenlemeyi tercih etti. Öyle ki, operasyon mıntıkasında zaman zaman “Kadın, çocuk, hatta tavuk dahil, canlı nâmına hiçbir şey bırakmamacasına” gayet vahşice bir şiddet ve hiddet yöntemine tevessül edildi.
Vakıânın aynen böyle olduğuna dair, hem (1974’te Elaziz’de ziyaret edip sohbetini dinlediğimiz) emekli Albay Hulusî Beyin hatıralarından, hem canlı şahitlerden, hem de yazılı-sözlü-basılı daha başka kaynaklardan öğreniyoruz.
*
1937 yılı Mart ayı başlarında başlayan sürgünlü-katliâmlı Dersim Harekâtı esnasında devletin başında, dolayısıyla sorumluluk mevkiinde üç “Mustafa Paşa”lar vardı:
Reisicumhur: Mustafa Kemal Paşa,
Başvekil: Mustafa İsmet Paşa,
Başkumandan: Mustafa Fevzi Paşa.
Birinci ve Üçüncü sıradaki Paşalar, Dersim Harekâtının sonuna kadar da aynı makamda bulundular. Başvekil İsmet Paşanın yerine ise, 1937’nin Ekim ayı ortalarından itibaren İktisat Vekili Celal Bayar atandı.
……………..
Kaynaklar:
1) Kürt Tarihi Dergisi, Aralık-Ocak sayısı 2012;
2) Atatürk’ün Manevi Kızından Katliam İtirafları.