Komünizmi dünyaya yayma ve dindizliği bütün insanlığın başına geçirme noktasında, Lenin ile Stalin’den bile ileride olan Yahudi asıllı Lev Troçki, 12 Şubat 1929 tarihinde Türkiye’ye sürgün olarak gelip yerleşti. O tarihte komünist diktatör Stalin’in hışmına uğramaktan çekinen dünya siyasetçileri onu kabul etmeye yanaşmaz iken, Türkiye’deki Kemalist dostları onu adeta bağrına basarak kabul etti. Zira, her iki tarafın da ortak noktası din ve İslâmiyet düşmanlığı idi. Hep birlikte Komünist Bolşevikliği dünyanın başına saracaklardı. Kendilerince, “Gökteki kuvveti yere indirecekler”di.
Stalin tarafından 20 Şubat 1932’de Sovyet Rusya vatandaşlığından atıldığında da İstanbul’da olan Troçki, 1933 yılı Temmuz’unda Fransa’ya gitti. Fransa’da ve akabinde gittiği Norveç’te ikişer yıl ikamet eden Troçki, Ocak 1937’de Meksika’ya sığındı ve ölüm tarihine (1940) kadar da orada kaldı.
Şimdi, o dönemin söz konusu gelişmelerini biraz daha yakından takibe çalışalım.
*
Darbe, günün birinde mutlaka döner kendi çocuklarını yer. Diktatörler ise, kendilerine rakip tanımazlar. Rakip olacak kişilerle ölümüne kavga ederler; birbirinin canına okurlar. İşte, Stalin ile Troçki arasında yaşananlar da aynen o hesap kabilinden sayılacak gelişmelerdir.
Şöyle ki: Bolşevik Parti’nin Politbüro üyesi, Kızıl Ordunun kurucusu ve aynı zamanda komutanı olan Troçki, Lenin’den sonra (1924) J. Stalin ile hiç uyum sağlayamadı. Aralarında gitgide tırmanan siyasî rekabet ve zıtlaşma, yaklaşık 4-5 yıl sonra artık alenî şekilde bir iç çatışmaya dönüştü. Biri diğerini ezerek rakibine diz çöktürmeye yöneldi.
Stalin, komünizmin Sovyet Rusya ile sınırlı kalmasına da bir cihette kanaat getirebiliyordu.
Troçki ise, bununla asla yetinmiyor ve dinsizlik mânâsındaki komünist rejimin bütün dünyaya yayılması gerektiğini savunuyordu. Dolayısıyla, takip etmiş olduğu siyasî ve diplomatik stratejiyi de ona göre şekillendirmeye çalışıyordu.
Lenin’den sonra “ikinci adam” şöhretine sahip görünen Troçki, Sovyet Rusya Devlet Başkanı Josef Stalin ile giriştiği siyasî mücadeleyi nihayet 1928’de kaybetti.
Bu gelişmeden sonra, Troçki’nin üzerindeki resmî sıfat ve görevlerin tamamı geri alındı. Stalin, bununla da yetinmeyip onun hudut haricine sürgün edilmesini istedi.
Ne var ki, Troçki’yi hiçbir ülke kabul etmeye yanaşmadı. Tabiî, bir tek “Kemalist Türkiye” hariç.
Bu dehşetli Yahudi, nihayet Mustafa Kemal’in özel dâvetiyle 1929’da Türkiye’ye geldi ve Marmara Denizi içinde yer alan Büyükada’ya yerleştirildi.
Bu korunaklı adada, kendisine özel olarak tahsis edilen bir evde, kızı ve torunu ile yerleşen Troçki, dünyaya yaymak istediği temel fikirlerini (Troçkizm’i) de burada kaleme aldı ve dosyalarını yayına hazır hale getirdi.
Esesen, bu tarihlerde Türkiye’de hükümfermâ olan Kemalizm ile Troçkizm arasında “itikadî” anlamda tam bir paralellik vardı. Zira, bütün hayatını din ve mukaddesatla mücadele ederek geçiren her iki cenahtaki aktörlerin de temel gayesi şuydu: “İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirmek.”
*
Troçki, Marksist teorisyenlerin başında yer aldığı gibi, Ekim 1917’deki Bolşevik İhtilâlinin de en gaddar, en hunhar liderlerinden biridir. Öyle ki, kendine muhalif gördüğü kimselerden bir, ya da birkaçını öldürtmediği gün, yani kan dökmediği bir gün başını yastığa koyamadığı rivâyet edilir. Stalin, onun bu halini de yakînen bildiği için, bir an evvel ondan kurtulmak istiyordu.
Troçki’ye göre, bir sosyalist devlet, tek başına kapitalist güçlerin baskısına direnemezdi. O, bu sebeple, sosyalizmin tek bir ülke ile sınırlı kalmasının doğru olmadığı fikrini savunuyordu.
Bundan dolayıdır ki, Troçki, dinî değerleri bütünüyle hayattan dışlayan bu rejimin, adım adım bütün dünyaya yayılması ve bütün insanlığa mal edilmesi gerektiği şeklindeki temel görüşünü hayatının sonuna kadar savundu.
Esasen, Türkiye’deki Kemalistlerin onu çok sevmesinin ve en zor zamanda ona sahip çıkmasının öncelikli sebebi de Troçki’nin işte bu din düşmanlığı özelliği olmuştur..