Koca bir ülkenin seksen milyonluk nüfusu, seçimler sebebiyle aylardır aşırı dozajda, yüksek gerilimli bir stres yaşıyor.
31 Mart’ta sona ereceği tahmin edilen bu gerilimli hava, iktidar partisinin isteği ve YSK’nın da bu isteğe âlet olması sebebiyle 23 Haziran’a kadar devam edecek. Ondan sonrası için de, Allahu a’lem...
* * *
Bu arada, iktidar kanadında dikkat çeken son derece tuhaf bir değişim var.
O cenah, 31 Mart seçimleri kampanyasında uygulamış olduğu “kazanma stratejisi”ni büyük çapta ve hatta radikal bir sûrette değiştirmiş gibi görünüyor.
Bu tuhaf değişimin satır başları şöyle:
* Aylarca milletin gözüne sokarcasına çiğneyip dillendirdikleri “Bekà Sorunu”ndan, şimdilerde hiç eser yok. Dersin ki, bu sakızı onlar değil de uzaylılar çiğneyip durdu.
* Milyonlarca seçmene bangır bangır “illet-zillet” ittihamında bulunmuşlardı; şimdi bu baltaları da gömmüş gibiler.
* “Kürdistan” tâbirinden öcü gibi söz ediyor, bunu ağzına alanı defedip kovuyorlardı; bu kez—yarım ağız da olsa—kendileri kullandılar. Ama, devamını getirmediler. Çünkü, bu kronik meseleyi de tamamen konjonktürel mahiyette ve bütünüyle seçime endeksli bir malzeme olarak kullanıyorlar.
* Öte yandan, MHP lideri Bahçeli’nin bir “Karargâh” çıkışı vardı ki, aman Allah... Sanırsın, İstanbul işgal altında ve kendisi de şehri kurtarmaya gelecek. Peki sonuç? Gelip “mitil attı” mı, atmadı mı; karargâh kurdu mu, kurmadı mı, o da belli değil.
* Hele ki, seçim tekrarının kesinleştiği daha ilk günlerde pompalanan “39 ilçede, Erdoğan’lı 39 miting” diye bir balonları vardı ki, bu da tamamen fos çıktığı anlaşıldı.
* * *
Bütün bunlar gösteriyor ki, AKP cenahı, az da olsa bir miktar “Kürt oyu”nu devşirmenin hesabıyla meşgul. Ancak, ciddiyet ve samimiyetten eser yok. Hepten sırıtıyor.
Zira, bir yandan İmralı-Öcalan sinyalleri verir gibi oldular; ancak, muğlak kaldı.
Bir yandan “Cumhuriyet’ten önceki Kürdistan”a vurgu yaptılar; lâkin, o da yarım kaldı ve bunda da hiç ısrarcı olmadılar.
Demek ki, uygulamış oldukları 23 Haziran stratejileri tamamen konjontüreldir. Aynı zamanda “seçimi kazanma”ya endeksli olup, ardından “Ne sen beni gördün, ne de ben seni” oyunundan ibarettir.
Esasen bundan dolayıdır ki, 23 Haziran süreciyle ilgili hemen her meseleyi “yarım ağız”la konuşuyorlar ve her an “geri dönüş” yapmaya müsait bir yöntemle seçim kampanyasını yürütmeye çalışıyorlar.
Bunun ne getirip ne götüreceği, bir aksilik olmazsa, inşallah sekiz-on gün sonra apaçık şekilde görülmüş olacak.
***
GÜNÜN TARİHİ: 15-16 Haziran 622-1950
İlk Ezân-ı Muhammedî (asm)
İslâm dininde “namaza dâvet” mâna ve mahiyetini taşıyan Muhammedî Ezan, Milâdî takvime göre ilk olarak 15 Haziran 622’de Medine’de okundu.
Tevhidin şeydâ bülbülü Bilâl-i Habeş (ra), Resûl-i Ekrem’in (asm) emir ve tâlimatıyla o gün ilk ezanı okuma şerefine nâil oldu. Aynı zamanda bir “şeair” olan Ezân-ı Muhammedî, işte o günden itibaren vacip derecesinde bir sünnet mahiyetinde Müslümanların hayatında yerini aldı.
Ezâ ile ilgili olarak, Resûl-i Ekrem’in (asm) şöyle buyurduğu rivâyet edilir: Namaz için ezân okunduğu zaman, şeytan oradan uzaklaşır; ezânı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezân bitince, geri gelir. Kâmet başlayınca yine uzaklaşır, bittiğinde ise geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girmeye çalışır.
(Buhârî, Ezân: 4; Müslim, Salât: 19)
* * *
Çok garip bir tevâfuktur ki, 1932’den itibaren Türkiye’de okunması yasaklanan Muhammedî Ezan’ın tekrar serbest hale gelmesi için Millet Meclisi’nde yapılan son görüşme ve karar tarihi 1950 senesinin yine 15 Haziran gününe denk geldi.