Kur’ân Mekke’de nazil oldu. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı. Peki nerede anlaşıldı? Nerede yaşanıyor?
...
Balkanları pilav kaşıklayarak ve Mesnevî okuyarak fethettik dün. Ya kalpleri...
‘Aynı anda’ diyorum; ‘bin kişi Âyet’ül Kübra’yı okusa, sindirse... dolsa ve her biri sadece bir kişiye anlatsa! Acaba kalpleri fethedebilir mi?
...................
Bütün kuşlar, karıncalar ağızlarını berrak, tertemiz sularla doldurup gelseler; acaba Deccal’in fitne ateşini, mü’minlerin gıybet alevini söndürebilir mi?
............
“Beni anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar” diyor Hz. Üstad. Anlamayanlar kim? Onu hiç okumayanlar mı? Her gün okuyan, ama anlamayanlar mı? Deccal’a taraf olan ve ‘gerçeği inciten papağan’ mı?
Allah’ım, doğru anlamayı, ihlâs ve istikametle yaşamayı nasip et!
..............
Bir günlüğüne kendimizi ölü farzetsek, nefsimizi öldürsek... söyleneni duymasak, hiçbir çirkinliği görmesek, dilimizi kullanmasak, kutuplaştırmasak!
Sadece kabri, hesabı, sıratı, Cenneti, Cehennemi düşünsek.. Sonra aynı iştahla kaldığımız yerden, kavgaya döner miyiz acaba?
.....................
İhtisas sahibi bir doktor dese ki: “Üç günlük ömrün kaldı!”
Ne yapardık acaba?
Her gün alıştığımız, ‘zaten elimin altında ve benim’ dediklerimiz nimetler bir süreliğine alınsa elimizden.. (Şu günlerde olduğu gibi!..)
Acaba nefsin mevhum rububiyeti kırılır mı, burnu sürtülür mü? ‘Ben âciz bir kulum; sen ise Rabbü’l Âlemin’sin’ der mi?
.................
Soruyorum, arıyorum, sorguluyorum, düşünüyorum, istiyorum!
................
Allah’ım Ensar ve Muhacir’ini (ra) kardeş kıldığın gibi; birbirine düşman topluluğun kalplerine muhabbet koyduğun gibi, bizim kalplerimizdeki kin, öfke, hased, kıskançlık ve bütün kötülükleri gider ve bizi birbirimize dost ve kardeş yap. Amin...
..................
Kâinat kitabını su gibi okuyan Nur Talebeleri, insan kitabına gelince niçin kekeliyor; yanılıyor, yamuluyor? Hani birbirimiz için gerekirse ruhumuzu feda edecektik... Buz parçası olan nefsimizi kevser havuzunda eritecektik...
Nefsin en küçük bir dâvâsını feda edemeyenler, ruhunu nasıl feda edecek Allah aşkına.. Ya Müslümanlar, tarikata cemaate gönül verenler... Bu kin, gıybet, çekememezlik, çelme takmalar niye? Bu dünyaya saldırmalar, Karun olmaya özenmeler niye?
Hani kâfir bile olsa her insan fıtraten mükerremdi. Hani 70’ten ziyade Allah’ın güzel isimlerini gösteriyordu...
Hani Firavun bile olsa, onunla çok güzel bir şekilde mücadele edecektik... Hani yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoş görüp sevecektik... Yok yok.. Siz bu hırs, kin ve gıybetle; böyle devam ettiğiniz müddetçe hamiyet, hizmet, uhuvvet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz.
Muhabbet, hürmet, insana saygı bu değil.
.................
Köprüden önce son çıkış. Ey nefsi emmare.. Hazır fırsat varken, nefes alabiliyorken kendine gel; titre, kork, ayıl! Son pişmanlık, son tövbe fayda vermeyebilir!