Daha önce de bir başka kardeşimiz “örnek” sözüne itiraz etmişti. “Örnek”e evet, “örneğin”e hayır, demiştim.
Muallim Naci’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Namık Kemal’den Cemil Meriç’e dil ustalarının kullandığı “örnek” kelimesinin kökü hakkında muhtelif görüşler ileri sürülmüş ise de Türkçeleşmiş bir kelimedir. Avamdan havassa, çocuktan yetişkine her sınıftan insanımızın kullandığı, yoğurduğu –kökünün yabancı olduğu yorumu doğruysa bile- fethettiğimiz bir kelimedir.
“Örnek” tamam da güzelim “meselâ”yı ademe mahküm etmek için Agop Dilaçar’ın (Martayan) dilimizi açmak , yok yok oymak için, Ermenice “orinagin”den devşirdiği “örneğin” sözüne hayır.
Köprü dergisinde daha çok olmak üzere, gazetemiz yazılarında da karşılaştığımız bu kelimeye bir ambargo konsa fenâ olmaz hani.
***
Vaktiyle, muhatabımı iknada daha çok zorlandığım bir başka itiraz ise bir cümlemde “konu” kelimesini kullanmam üzerine olmuş, şiddetli bir itiraz gelmişti:
-Türkçesi mevzu!..
“Mevzû” Arapça vaz‘ sözünden gelme, fethettiğimiz, Türkçeleşmiş bir kelimedir. “Mevzû” lafzına ambargo koymadan, bir yazıda ilâveten “konu” kullanmak (kök-ek itibariyle pürüz taşımadığı için) mahzurlu olmasa gerektir. Fakat hiçbir açıklamam muteriz kardeşimizi iknâya kâfi gelmemişti; tâ, bu kelimenin Tarihçe-i Hayat’ta da kullanıldığını söyleyene kadar. İkna oldu mu bilmem ama en azından tartışma sona ermişti. (Bu vesileyle Kıbrıs’a selamlar!)
Ecdad mirası kelimelere, husûsan Arapça ve Farsçadan devşirdiğimiz kelimelere, savaş açılması elbette kabul edilemez. Fakat yeni türetilen her kelimeyi de aksülamel ile reddetmek uygun değildir. En azından etimolojik bir tetkikte fayda vardır. Kaldı ki Türkçenin yapısına aykırı olarak uydurulmuş pek çok kelime devlet zoruyla resmî lisana sokulmuş, ders kitaplarında, resmî müesseselerde emr-i vâki ile dayatılmıştır. Meselâ çocuklarımızı mektebe değil okula gönderiyor ve onların sınav neticelerini takip ediyoruz. Oysa hocalarımız “sınav” yapacağına -imtihandan geçtik- hiç olmazsa yazılı veya sözlü “yoklama” yapsalar daha güzel olmaz mıydı?
Dilimizde fiilden isim türeten –l eki yoktur. Fransızca “ecole” kelimesine uydurularak “oku-“ fiiline Moğolcadaki –l takısı eklenip öz Türkçe(!) bir “okul” uydurulmuştur. Resmî dayatma neticesi mecbûren kullanmak zorunda kalıyoruz. Ve çocuklarımızın bu okullardaki sınav neticelerini merakla takip ediyoruz.
Şu “sınav” kelimesi yok mu! İmtihan sözünü ademe mahkûm etmek için Türkçede mevcut olmayan bir eki (-v) kullanarak uydurulan bu kelime resmen servis edildiğinde, aklı başında dilcilerimiz, “Türkçede fiilden isim türetme eki –v yoktur.” diye itiraz etmişler. İtirazlar sürüp giderken zamanın Maarif Nâzırının çok ilmî bir izahla (!) son noktayı koyduğu söylenir:
-Canım, pilav oluyor da sınav niye olmasın!
***
Kelime türetmede ilk esas, kök ve ekin Türkçe olmasıdır. Uydurulan kelimenin kök ve eklerinin Türkçe olması da yetmez. Mananın da kök veya eke uygun olması icap eder. En başta da kelime türetmekteki maksat, Türkçeleşmiş bir kelimeyi eski diye yaftalayıp dilden atmak değil, lisanımıza bir yeni kelime daha kazandırmak; asırlardır kullanageldiğimiz kelimeleri mezara gömmek değil, mevcudu muhafaza ederken dili zenginleştirmek olmalıdır.
Diyelim “sözcük” kelimesi. Kökü Türkçe. Eki de yaygın olarak kullanageldiğimiz isimden isim türetme ekidir (-cik). Fakat hatalı uydurulmuş bir lafız. Buradaki –cik ekinin izahı yok. Çünkü,-cik ekinin yüklendiği başlıca anlamlar şunlardır:
a)Küçültme, sevgi ve acıma bildirir: kulübecik, kısacık, zavallıcık, biricik, kuzucuk, kedicik
Bu ek, bilhassa sevgi ifadesi için çok yaygın şekilde kullanılır. Anneciğim, babacığım, yavrucuğum, Aliciğim…şeklinde iyelik eki alarak kullanımı da hepimizin dilindedir.
b)Hastalık isimleri yapar: yılancık, kızamıkçık, arpacık
c) Hayvan, bitki, organ, âlet vs. isimleri yapar: gelincik, tomurcuk, elmacık(kemiği), bademcik, kulakçık, maymuncuk, dağarcık, dipçik, tatarcık
d)Yer isimleri yapar: Ayvacık, Çınarcık, Kuzguncuk, Ovacık
e)Şahıs ve lakap isimleri yapar: Ayşecik, Osmancık, Mehmetcik
Sözcük, genel anlamda “kelime” yerine kullanılamaz. Bütün kelimelerimiz küçük (kısa) değildir. Tamamının anlamca sevimli olmadığı da açıktır. “Yavşak” sözü sempatik geliyor mu? Bu lafın hakaret manası taşıyıp taşımadığı, onca memleket meselesi arasında Meclis’te bile tartışılmıştır; iyi mi?
Kelimelerimizin tamamının yer, şahıs, lakap, mekân anlamlı olmadığı da açıktır. Yoksa hastalık mı bildirmektedir kelimelerimizin kâffesi ? Elbette ki hayır.
Ecdadın kullanageldiği, yediden yetmişe herkesin rahatlıkla anladığı bir söz olan “kelime”yi hiç ağzına almamacasına ademe mahküm ederek onun yerine daima “sözcük” kullanmak bir hastalıktır: Ceddine ihânet, köksüzlük hastalığı.
“Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük” (Yahyâ Kemal)
“Kelime”yi mezara gömmek niyetiyle türetilen “sözcük” kelimesindeki –cik ekinin, yukarıda sıraladığımız hiçbir fonksiyona uymadığı açıktır.
“Kelime”yi “Üvey evlatsın!” diyerek, âileden kov; yerine devşirdiğin “sözcük”ü öz Türkçe(!) makyajıyla servis et! Acâib!
Kelime yerine “söz” köküne -cük ekleyerek “söz-cük” uydurdunuz da “sözlük” ne olacak şimdi? Söz-cük-lük mü?
Mine’l-garâib!
–Son–