"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir mertebedir zaman

Nurenda Yaşar Coşkun
03 Şubat 2019, Pazar 00:33
Hayat bir mertebeler merdivenidir. Geçirdiğimiz dakikaların bir yeri vardır bu mertebeler merdiveninde elbette.

Ahir zaman insanı olarak ve nefsimizin emmare olmasını da göz önünde bulundursak, çoğumuz “an” insanıyız. Peki, nedir bu “an insanı” olmak?

Her birimiz “şu anda” kelimesini kullanıyorsak an insanıyızdır. Düşünme biçimimiz, yeme düzenimiz, aldığımız kararlar, gösterdiğimiz tavırlar, yönelimlerimiz, meyillerimiz, zevklerimiz, hüzünlerimiz, mutluluklarımız, hedeflerimiz, gerçekleştirdiklerimiz… Bu liste uzar gider. Belki de ilk soru bu listeyi hangi zaman biçimini temel alarak şekillendirdiğimizdir. Ya da herhangi bir zamanla kendimizi kısıtlıyor muyuz?

İnsan kendini yaşadığı zaman diliminde ispatlamaya çalışır. Yani eğer varsam ve bu satırları yazıyorsam şu an aslında hem yazı yazıyor hem de “ben de varım” diyorumdur lisan-ı halimle. Bu ve bunun gibi birçok örneği sıralayabiliriz. Ama esas maksat tabi ki de bizim bulunduğumuz nefis dairesinin  dakikaları yolunda harcanan ömrümüzdür. Bir “an” insanı olarak biz kendimizi nefisle ispatlama yoluna gidiyoruz ve bu ahir zaman insanı için maddî manevî çok tehlikeli süreçleri beraberinde getiriyor.

Dünyamıza “haz, hız, doyum, tüketme, israf, tatmin, öfke, şiddet, sürüklenme, intihar vs.” gibi kavramlar girerken sabır, tahammül, metanet, irade, duruş, bekleyiş, sindirme, tefekkür, ümit gibi kavramlar hızla çıkıyor bir bir. İnsanoğlu bu hızda ilerde artık “anı” bile yitiren bir mahlûk haline gelecek gibi.

Evet, her mertebe kendini o mertebenin dinamikleriyle sunar. Misal kalp mertebesinin kendini gösterme biçimi ya da diğer bir tabirle “var olma” biçimi yine kalp dinamikleriyle olacaktır. Ruh mertebesindeki bir insanın nefis mertebesindeki biri gibi yiyip içmesini bekleyemeyiz. Çünkü onun var olma biçimi ruhsal ayaklarla şekillenir. Ahir zaman insanı olarak nefis mertebesinde olan bizler ne yazık ki her gün bu var olma biçimimizi sabırsızlıklarla, tüketimle, hızlı öfke nöbetleriyle, tatminsizlikle, sürekli yiyip içme ile ispatlıyoruz. Ömrümüz ve hayat ortalamamız gitgide kısalıyor. Yalancı açlıklar boy gösterirken biz sürekli ve her seferinde artan hızla tatmin peşine düşüyoruz. Her an “ben varım” diyebilme peşinde ömrümüz sahte, sun’î kendini gösterme biçimleriyle yitip gidiyor. Bu bizde bir ihtiyaç halini alıyor. Kökeni “ene”de aranması gereken bu hayat tarzı farkında olmadan maddî manevî hayatımızı tüketip yok ediyor.

Kalbi ayaklarımız bir bir yıkılırken her halde imanımızın yerinde sabit durmasını bekleyemeyiz. Çünkü belki de kalbin en önemli ayakları olan nokta-i istinat ve istimdadı hissetmeye bile fırsat vermeden sürekli bir acziyeti kapatır tarzdaki hayat tarzı kalbi elbette ki zayıflatacaktır. Ya da tefekküre yöneltmeyen dakikalar, gerek sosyal medya gerek televizyon vs. tefekkürle gelen aklın gıdasının önündeki çok büyük bir engeldir. Maddî olarak bakarsak bu hızın en büyük göstergeleri elbette ki kronik hastalıklar olacaktır. İki saatte bir yalancı açlıkların ve fıtrî olmayan beslenmenin sonucu karşımıza kronik hastalıklar olarak çıkmaktadır. İşte bunlar nefis mertebesinin göstergeleridir. Kalbi marazaların, aklî hastalıkların, bedenî rahatsızlıkların sebebi “kaptırma” anlayışımızda gizlidir. Asır olarak kaptırıp gidiyoruz ve ne yazık ki bu hız ve doyumsuzluğumuz bizi diğer mertebelerin getirilerinden (huşu, feyiz, sabır, tefekkür, duâ, tevekkül, tasavvuf vs.) uzak tutuyor.

Nefis mertebesi gafletimizi kalınlaştırdıkça, bizler yukarı basamakları bir bir unutup kaptırıp gideceğiz. Akıllarımız geveze, ruhlarımız serseri ve kalplerimiz hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerden uzak kalacaktır. Maddî olarak da sahte lezzetler bedenimizde hastalık suretinde ortaya çıkacaktır.

Bu yaşayışa dur demenin belki de tek çaresi hikmetli hayat tarzını bulmaktır. Hikmetli hayat tarzını çok uzakta aramamak gerekir. Çünkü bizi hapsolduğumuz bu nefsi daireden, tüketim çılgınlığından, sahte lezzetlerden, uyuşuk akıl ve marazlı kalplerden kurtaracak olan elbette ki Sünnet-i Seniyye olacaktır.

Okunma Sayısı: 1886
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı