Yıllar alan hayaller, uzayan emeller. İsteklerimizin çarkında işleyen aklımız, kalbimiz, ruhumuz…
Üç günlük hayatımız için geceleri uykusuz, gündüzleri ise evhamla boğuşup dururuz. Biri bitmeden diğerine koşar adım... Hayatta bazı merhaleleri geçince rahata kavuşacağımızı varsayarız. Okulu bitirince, işe başlayınca, bir yuva kurunca… Ya da anne baba olduğumuz gün. Artık sorumluluklarımızı fazlasıyla yüklenmeye bir mecal ve daha da ağırlarını taşıyabilmeye taze bir güç buluruz kendimizde. Olgunlaştığımızı düşünürüz belki de. Hangi hedefimize varırsak varalım, hangi hayalimiz gerçekleşirse gerçekleşsin, sonuç bizi mutmain etmez oysa. Durmaksızın yenileri eklenir listemize. Faniye mahkûm oluşu hep eksik, hep yarım bırakır sevincimizi. Bir üzüm tanesinin tadına varmadan yüz tokadın acısını yüreğimizde hissetmek! Dünyalık gayelerimizin bizi kurtaran olmayacağını anlamamız yıllar alır belki de. Ta ki o uğruna kendimizi harcadıklarımızın, omzumuza dokunup bize baki yurdu işaret ettiği zamana dek… İşte o vakit uyanışımız.
Rabbimize bir çocuk saflığında niyaz ederken buluruz kendimizi. Hayat her yeni gün tatlı sürprizlerle de gelmiyor ne yazık ki. Nihayetinde asıl vazifelerimizin sırf bu dünyaya münhasır olmadığını ve bu hayatı tatlı görüp ahireti unutmamamız gerektiği hakikatini perdeler arkasından müşahede ediyoruz. Şımarık ve umursamaz bir nefsin yerine teslim olmuş ve yaptıklarından nedamet duyan bir hale giriftar olur benliğimiz. Ona sığınmak ruhumuza öyle iyi geliyor ki. Tarifi imkânsız. Ertelediğimiz elzem olan kulluğumuzu yaşarız geç de olsa. Toparlarız dağılmış sermayemizi.
Mutluluk parlayıp sönen bir şimşek, dünya için yaratılmış zail bir ışık misali. Tam yakaladığımızı sandığımız anda birden sönüp kaybolan. Ebedden ve ebedi zattan başkasına razı olmayan varlığımız için mutlu olmaktan kastımız huzur olsa gerek. Kulluğumuzla ara ara tattığımız o his. Daha çok ahireti çağrıştırıyor, sonsuza yakışıyor gibi. Dünyadaki tüm mutlulukları toplasak o sımsıcak güneşi denkleştiremeyeceğimiz. Sonsuzluk için biçilmiş, ebediyet için yaratılmışın ta kendisi. Hakikatte tüm zerrelerimizle arzuladığımız zail mutluluklar değil, daimi bir huzur ve sükûnet bulmak. Sonsuz seyahatin bavulunda olmazsa olmazımız ise hiç şüphesiz kavi bir iman ve ona yaraşır bir hazırlıktan başkası değil!
Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur. Çünkü ölüm değişmiyor. Firak bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor.”1
(Bizim Aile dergisi, Temmuz 2023 sayısından alınmıştır.)
Dipnot:
1. Bediüzzaman Said Nursi, İman ve Küfür Muvazeneleri (Hâtime), s. 70.