Hutbe geleneği, İslâmiyet öncesi Câhiliye Dönemi itibariyle, Arap toplumunda şiirle beraber pek yaygındı.
O dönemin en meşhur hatibi de, hiç şüphesiz, peygamberimizin de gençliğinde, 20’li yaşlarında Ukâz Panayırı’ında bizzat dinlediği, çok az sayıda bulunan Hanîfler’den olan Kus bin Sâide’dir. O, Arap nesrinin şâheseri sayılabilecek derecede secili, “manzûm nesir” veya “mensûr şiir” tarzında, yani gayet akıcı, şiirsel bir ifadeyle şöyle diyordu:
“Ey İnsanlar! Dinleyiniz! Belleyiniz!
Her yaşayan ölür.. Her ölen de kaybolur.. Her gelecek olan şey de mutlaka gelir.. İşte, karanlık bir gece.. Ve parlak bir gündüz.. Ve burçlar sahibi bir sema.. Yıldızlar parlar.. Denizler dalgalanır.. Dağlar dikilir.. Arz yayılır.. Nehirler çağlar.. Şunu kesinlikle bilin ki, gökte muhakkak haber var! Yerde de sizin için ibretler var!
Şu insanlara ne oluyor ki, gidiyorlar ve bir daha dönmüyorlar?!..
Yoksa, râzı olup, öylece orada mı kaldılar,
Veyahut buradan göçüp, sonra da orada uykuya mı daldılar?!..
Ey Iyâd Topluluğu!
Hani nerde babalarınız, dedeleriniz, şu geçmiş büyükleriniz?..
Ve hani nerede şu zâlim ve de güçlü Firavunlar?..
Onlar, mal bakımından sizden daha zengin ve ömür cihetiyle sizden daha uzun ömürlü değil miydiler?
İşte zaman, onları kendi değirmeninde öğüttü ve paramparça etti…”
***
Peygamberimiz, ilk Cuma Namazı’nı 622 yılında, Medine’ye hicreti esnasında meşhur Rânûna Vâdisi’nde kılmış/kıldırmış ve ilk hutbesini de burada okumuştur. Son hutbesini de Miladî 632, Hicret’in 10. yılında Vedâ Haccı’nda, vefatından az önce irad etmiştir.
İslâm tarihi boyunca, bütün İslâm devletlerinde hutbe Arapça olarak okunmuştur. Bizde de, gerek, ilk Müslüman Türk Devleti kabul edilen Karahanlılar, sonrasında ise Selçuklu-Anadolu Selçuklu, gerekse Gazneliler, Memlükler, hem de Osmanlı Devleti’nde buna ihtimam edilmiş, bu dinî şeâir kesinlikle bozulmamıştır.
“TÜRKÇE” HUTBE
Daha öncesinde, birkaç münferit uygulama olmakla birlikte (1911-1916-1922) Türkçe Hutbe uygulaması, 1927 yılında, dönemin Diyanet İşleri Başkanı bulunan Rıfat Börekçi tarafından müftülüklere gönderilen, şu âyet ve hadis metinleri dışındaki diğer kısımların Türkçe
okunması talimatı ile tamim edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. İlk, “tamamıyla Türkçe” hutbe de 5 Şubat 1932 yılında Süleymaniye Camii’nde, baş açık, sarıksız ve cübbe yerinde simokin ile meşhur mûsîkîşinas Sadettin Kaynak tarafından okunmuştur; daha doğrusu, ona okutturulmuştur..
Üstad Hazretleri, tarihçiler tarafından “Son Osmanlı Bilim Akademisi” sayılan Dârü’l-Hikmet’te çalıştığı (1918-1922) yıllarda Arapça olarak telif ettiği Mesnevî-i Nûriye’sinde konuyla ilgili olarak şu önemli ikazı ve açıklamayı yapar.
“Meselâ: Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın, bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun..
Halbuki, bu gibi ahvâl-i siyasiye, yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir..
Hutbe makamı ise, Ahkâm-ı İlâhiye’nin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.
Sual: Avam-ı nâs, Arabî’den haberdar değildir, fehmedemez? (anlayamaz)
Cevab: Avâm-ı nâs, ‘zarûriyat ve müsellemat-ı diniyeye’ muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler, kisve-i Arabiye içinde, tafsilen değilse de icmâlen, avâm-ı nâsa malûm ve mâruftur.. Maâhaza, lisan-ı Arab’da bulunan şehâmet, yükseklik, meziyet ve satvet diğer lisanlarda yoktur...”
Üstâd Hazretleri’nin, bu önemli “ikazı” üzerinden “tam” yüz yıl geçse de, bütün tazeliğini, bütün şebâbiyetini, günümüz yaşadığımız şu mâlûm hâdisât ve ahvâl teyit ve tasdik etmeye devam etmekte…