HER yıl 23 Nisan’da çocuk bayramını hatırlıyoruz da; bayramın meclisin (yeniden) açılışını, yani hâkimiyeti millîyeyi simgelediğini unutuyor muyuz?
Çocukluk şarkımızı hatırlamayan var mıdır acaba:
Bugün 23 Nisan;
neşe doluyor insan
Kamutay bugün doğdu;
saltanatı boğdu...
Şarkıda meclis nerede derseniz, efendim o sırada meclise artık meclis değil, kamutay denildiğinden, şarkı da böyle kaldı. İlk iki satır için diyecek bir şey yok; fakat son iki satır bayağı sorunlu. Neden mi? Resmî eğitimden gelen bilgilerimizi bir an için unutmaya hazırsanız, anlatacağım.
İlk Meclis ne zaman açıldı
Meclis, 23 Nisan’da doğmadı ki, sadece yeniden açıldı. İlk meclis tâ Osmanlı zamanında açılmıştı bile. Hem de daha 1877 senesinde. Ama haklısınız, teokrasinin ve şeriatın geçerli(!), üstelik saltanat ve hilâfetin olduğu bir ülkede nasıl olur da meclis olabilir diye soruyorsunuz haliyle. Çünkü, size şarkıdaki gibi her şeyin ‘o zaman’ başladığı anlatıldı. Evet, ilk Osmanlı anayasası 1876 yılı sonunda kabul edildi ve hemen ardından seçim yapıldı. Ne? Osmanlı’da seçim mi? Şu geri ve ortaçağ karanlığındaki ülkede mi? Evet, iki dereceli seçimden söz ettiğimiz doğru, fakat bu sistem tâ 1946 yılına kadar sürdü. Anayasaya göre meclisin pek bir yetkisi yoktu; buna rağmen II. Abdülhamit’e kök söktürdü. Bu nedenle de ömrü kısa sürdü. Sultan, anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak meclisi feshetti; üstelik yeniden seçim de yaptırmadı. (...)
Yeni(den) Meclis
İkinci Jön Türk kuşağı, yani İttihatçılar, ordunun vurucu gücüyle, 23 Temmuz 1908’de sultana meclisin yeniden açılacağını ilân ettirdiğinde, aradan epey zaman geçmişti. II. Meşrutiyet’in on yılı boyunca meclis açık kaldı; iki kez de (1908 ve 1912) seçim yapıldı. Sonra meclisin ayakta kaldığı diktatörlüğe dönüştü rejim. Anayasal monarşinin ilk durağı demokratik gelişmeler açısından hayli zengin geçmişti; biraz da bu nedenle İttihatçılar muhalefete tahammül edemediler. Çünkü elleri kolları bağlanıyordu. Abdülhamit’i örnek almaya karar verdiler; zararın neresinden dönülürse kârdı. 1912 sopalı seçimleri bu sürecin başlangıcı oldu. Bâbı Âli baskını süreci tamamladı.
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı
Ama savaşı kaybettiler. Hâkim oldukları meclis yeni sultan Vahdettin tarafından lağvedildi. O da yetkisini anayasadan alıyordu. (Anayasa yapımcılarına not: İttihatçılar meclise hâkim olunca, sultanın meclisi feshetmek konusundaki anayasal yetkisini kaldırdılar; sonra sultanın kendilerinden olduğunu varsayınca bu yetkiyi yeniden tanıdılar; olur da mecliste hâkimiyetlerini yitirirlerse bu yetki gerekebilirdi; ne var ki, son sultan artık onlardan değildi ve kendisine sunulmuş olan bu yetkiyle İttihatçıların hâkimiyetindeki meclisi kolayca ortadan kaldırdı-aman konjonktüre göre hazırlanmış anayasal yetkilerden kaçınmaya çalışın!) Hükûmet seçime gitmekte nazlandı. Oysa ülkenin barış anlaşması yapması ve barış anlaşmasının da tıpkı bugün olduğu gibi meclisten geçmesi gerekiyordu. Erzurum ve Sivas kongrelerinde yeni seçim talebi ağır bastı. Anadolu hareketi yeni bir seçimle meclisin toplanmasını istiyordu. Sonunda İstanbul hükûmeti değişti de, bu talep benimsendi ve yeniden seçim yapıldı. Son Osmanlı Meclisi Mebusanı bu şekilde toplandı. Fakat 1920 martında İstanbul’un bu kez hukukî işgale uğraması üzerine ve üyelerinden bazıları da İngilizlerce üstelik meclisten alınıp götürülünce, faaliyetlerine ara verme kararı aldı. Bu şartlarda özgürce çalışma imkânı kalmamıştı.
Birinci Meclis saltanatı boğdu mu?
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, heyeti temsiliye adına meclisi Ankara’da toplantıya çağırdı. Meclisler olağanüstü koşullarda başkentin dışında toplanabilirdi. Tarihte bunun örnekleri vardı. Son meclisten Ankara’ya gelmek isteyenler geldi, fakat çoğu İstanbul’da kalmayı ya da katılmamayı seçti. Bunun üzerine üye sayısını yükseltmek amacıyla seçime pek de benzemeyen yöntemlerle adeta atamalar yapıldı. Meclis üye sayısı zaman içinde yükseldi. İşte şarkıdaki kamutay, bu meclistir. 23 Nisan’da doğdu, fakat yeniden doğdu demek gerekir. (...)Geçmiş gözlerden saklanırsa, ki resmî eğitim esas olarak bunu yapıyor, şarkılarla oyalanmak mümkün olabilir. (...)
Evet, sanıldığının aksine, bizde meclis, yani tâ Nâmık Kemal kuşağından, Yeni Osmanlılar’dan bize çok önemli bir armağan olan hâkimiyeti millîye kavramı, Cumhuriyetten çok daha önce zaten vardı. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte süreklilikler daima silinmiş; araya çin duvarı örülmüş gibi gösterildiğinden, hep bu önemli gerçeği gözden kaçırıyoruz. Elbette millî eğitim de zaten bunu yapmak üzere kurgulandığından, amacına gayet güzel ulaşıyor. Meclisi Atatürk’le doğmuş bir kurum sayma yanlışlığı, temel eğitimin cahilliği sürdürme politikası gereğince ayakta kalıyor.
23 Nisan Bayramı
Mehmet Ö. Alkan, 23 Nisan’ın Gayri Resmî Tarihi adlı makalesinde; 23 Nisan’ın ilk kez 1921 yılında millî bayram olarak kutlandığını, ardından bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumu’nun aynı günü çocuk günü ilan etmesiyle örtüşmenin başladığını ve 1927’de aynı kurumca çocuk bayramına dönüştüğünü açıklıyor. Ancak sadece bir sonraki yıl yetim ve öksüz yavruların bayramı olarak kutlanmıştır. 23 Nisan, 1935 yılına kadar bir yandan millî hakimiyet bayramı, bir yandan da çocuk haftası olarak kutlanır; o yıl resmen ulusal egemenlik bayramı olarak benimsenir. Bu iki ismin fiilen birleşmesi ise orta okul ve liselerdeki kutlamalar dolayısıyla olacaktır. Fakat Atatürk’ün bayramı çocuklara armağan ettiği tamamen bir efsanedir. Armağan öyküsü ilk kez 1957 yılında duyulmaya başlamış olup, 27 Mayıs sonrasında yaygınlaşmıştır. 23 Nisan’ın resmi olarak ulusal egemenlik ve çocuk bayramı olarak kabul edilmesini ise 12 Eylül yönetimine borçluyuz! Bu arada; 23 Temmuz da 1935 yılına kadar hürriyet bayramı olarak kutlanmaya devam edildi desem, acaba bana inanır mısınız?
Cemil Koçak / Star, 24 Nisan 2011