Sultan Selim-i Evvelî “Yavuz” lâkabıyla çağrıştıran onun yalnızca celâli ve cesareti değildir.
Yavuz Sultan Selim’in en çok rahatsız olduğu konu İslâm birliğinin olmaması veya tam bu birlik ve beraberlik Anadolu’da başlayarak sağlanmışken bunun da bozulması, dağılması ihtimalidir.
Öyle ki Yavuz lâkabını alacağı Doğu Anadolu ve İran’ın bir kısmına yaptığı sefer ve mücadeleyle apaçık ve aşikâr bir şekilde ortaya çıkmış ve bütün dünyaya yayılmıştır.
Derdi İslâm ülkelerinin birliği, beraberliği, ittihadı ve kucaklaşması idi. Ama bu birlik ve beraberliğin, İslâmî hareketin ve fikirlerin baltalanması yolunun kesilmesini ve yara almasını hazmedememiş, babasından bile habersiz Şiiler üzerine meşhur seferini yapmıştır.
Derdi Şiiliği ortadan kaldırmak değil, İslâmî hayatın, düşüncenin, fikrin zarar görmesini, yaralanmasını önlemekti. Belki bu hareketin şiddeti tartışılabilir. Ama Ortadoğu ve Mısır seferine bakıldığında; Çaldıran galibiyetinin tahlilleri yapıldığında bunun hak edildiği kadar yapılan bir hareket olduğu görülecektir…
“Ümmetimde ihtilâf ü tefrika endişesi;
Kûşe-i kabrimde hatta bikârar eyler beni,
İttihatken savlet-i bidayı defe çaremiz
İttihad etmezse millet kabrimde dağdar eyler beni.”
Asan, kesen, kolye ve küpe taktırılan (İran’lı ressamlar tarafından) bir Sultan, bir Padişah nazara verilmekle onun ittihad-ı İslâm için sekiz sene gibi kısa bir sürede Allah’ın avn ü inayetiyle ihsan ettiği muvaffakiyetlerine gölge düşürülmek istenmektedir.
O bir mutedil, kararlı, irade koyabilen, cesur ve Allah’tan hakkıyla korkan mütedeyyin bir İslâmiyet hadimi/hizmetkârı idi.