Her nefes alıp verdiğimizde, her kalp atışımızın farkına vardığımızda, bize bu vücudu ve hayatı veren, ikram ve ihsan eden Rabbimize hamd, şükür ve dua etmemiz lazım geldiğine kendimizi tam inandırıp, nefis ve şeytanımızı susturmamız muhakkak bir surette gerekmektedir.
Çünkü Kur’ân’ın hâlis ve hakikattar bir talebesi olan ve kul olduğunu anlayan bir kişi; ibadet ve taatinde dünyanın her türlü menfaatini ve faidelerini elinin tersiyle iterek; yalnız ve yalnız Allah’a ibadet ettiğini ve edilmesi gerektiğini bilerek, bir abd-i aziz olarak; O’nun yanında olmasını ve ahiret yurdunda kendisinin böyle karşılanmasını tam bir teslimiyet ve ümitle ister, bekler. Zaten bu hallere giren Kur’ân talebesi mütevazıdır, selimdir, halimdir her hali nuranî bir mülayemet içerisindedir.
Hem de zayıflığını, acizliğini ve fakirliğini bilerek imanî, Kur’anî ve İslâmî hizmetlerini tam, eksiksiz ve yerli yerinde yapmaya çalışır. Çünkü Cenab-ı Hakkın nihayetsiz kuvvet kudretine dayandığını bilir. Hiç kimseden ve hiçbir şeyden çekinmeden Rabbinin ikram ve ihsan ettiği uhrevî servet ve kuvveti yeri geldiğinde nefis ve şeytanı susturmak, ehl-i dalâleti mağlup etmek için çekinmeden ve korkmadan kullanır.
Yalnız ve yalnız O’nun rızası için faziletli bir şekilde gayret eder, amellerini yerine getirir ve bütün bunları izzet ve şerefle de ilân ederek yapar. Kimsenin alkışı için değil belki yalnız ve yalnız O’nun rızası için yapar…
Dünyaya ait her şey kullanılıp, bittiğine ve yenilendiğine göre insanın da nefesinin bitmeyeceği, vücudun her zaman aynı kalacağı ve kalbin zikir sayısının durduktan sonra devam edeceği zannına kapılmak, böyle düşünmek hatadır. Bu hata da dünya belâ ve musibetlerinin başıdır. Kontrolsüzlüğü ve sahipsizliği düşünmek bile insana hata yaptırır ve zarar verir.
Madem ki vaad-i İlâhî dünya ve ahiret saadeti için sırat-ı müstakim üzerinde olmayı ve ibadette ve taatte bulunmamızı istiyor, öyleyse biz bu sese, bu emre, bu isteğe kulak vermeliyiz, dinlemeliyiz ve gereğini yerine getirmeliyiz.
Ateşten ve her türlü ahiret sıkıntısından berî olmamızın, kurtulmamızın yolu ancak ve ancak iman selâmetiyle, ubudiyet ve itaatle olabilir.