İnsan dünyevî, sert ve keskin dalgaların arasında ille de dünya, ille de dünya diye mücadele edip yuvarlanırken, hiçbir zaman rahat, huzurlu ve ümitvar değil.
Eğer insan insan olsa ve imanın, Kur’an’ın , İslam’ın nurlarıyla dünyaya, ahirete mal olacak bu gözlerin nuruyla baksa!..
Ne olur?
İnsan, nefsine muhalefet eder. Onun her istediğini ölçüsüz bir şekilde yerine getirmez.
İnsan, eğer imanın nurlarıyla nefsini ıslah ederse; mütevazı olur, alçak gönüllü olur.
İnsan, az yese, az içse, az uyusa; güçlü bir irade ile mütefekkir olur.
İnsan, kanaatkâr olsa... Allah’ın verdiği nimetlere hamd ve şükürde bulunabilse cömert olur, ikram edici olur.
İnsan, su-i zan etmese, bilip-bilmeden başkaların hallerini dile getirmese, konuşmasa; kucaklayıcı, güleryüzlü ve hüsn-ü zan sahibi olur, iyiyi de, kötüyü de kendi durumlarında değerlendirir, günahkâr da olmaz.
İnsan, hiç kimselere el açmasa, bir şey istemese; yalnız ve yalnız Allah’ı ihsan eden, ikram eden, nimet veren olarak bilse; hem huzurlu, hem rahat hem de sürurlu olur.
İnsan, eğer Kur’an’î, imanî hakikatlerle uğraşıyor, bu yolda hademeliğe, hizmetkârlığa soyunuyorsa; muhakkak bir şekilde gafletten ve tembellikten kendisini kurtarabilmelidir.
İnsan, imanın nurunu; şu dünya denizinde bir yol gösterici olarak, bir fener olarak görmeli, bilmeli ve takip edebilmelidir.
İnsan, şu kâinattaki muhteşem faaliyetlerin tesbih, zikir, hamd ve şükürlerin tefekkür-ü imanî ile hakkını verebilmelidir.
İnsan insan olduğunu Hâlık-ı Kâinat’ı tanıyarak, tanıdığını; marifetiyle, ubudiyetiyle, itaati ile edep ve hürmetiyle bildirebilmelidir.