Evet, Rabbimizin izniyle hastalık geldiği zaman; bereketiyle, cazibesiyle, maddî ve manevî kazançlarının cazibesiyle birlikte gelir.
Seni hiç görmüyormuşcasına, vurdumduymaz ve bigane olarak etrafında yaşayan insanlar hastalık vasıtasıyla seni görürler, senin farkına varırlar ve senin kıymetini bilirler.
Düşünülmesi ve akla getirilmesi bile insana hoş gelen; size karşı hitaplar, sözler, sevgi ve muhabbet sadâları; iyilik, güzellik ve hayır; vaad ve duâ ikram ve ihsanları hepsi birden belki daha fazlası yalnızca siz hasta iken sizi bulur, karşılar ve uğurlarlar.
Hepimizin de yaşadığı ve tattığı gibi hastalıkların bir zahmetleri, elemleri, acıları, sıkıntı ve meşakketleri vardır. İşte bu elemleri, acıları bize unutturacak ve onları hatırlatmayacak olan; evvelâ Rabbimizin, Şafi-i Hakikînin varlığını hissetmemiz ve yine O’nun şefkat ve merhamet kucağına kendimizi atabilmemiz en kıymetli bir hazine kazancını bize kazandırır. Saniyen, geçmişte ve zamanımızda hasta olan, hastalıktan ıztırap çeken insanların, büyük ve manevî şahsiyetlerin varlığı; bizim hastalıklarımızı küçültmesi, basitleştirmesi ve hafifleştirmesi de bizim için ikinci bir kâr ve kazançtır. Şöyle bir düşünsek; ufak bir diş, baş, mide ve yorgunluktan mütevellid küçük ve basit hastalıklarımızdan ah ü fizar etmek, inlemek nerede; Eyyub’un (as) hastalığı karşısındaki sabrı ve tevekkülü nerede… Büyük zatların zikir ve tesbih, ubudiyet ve kulluklarına zarar gelir, kesilir, biter diye daima şükür ve hamd ettikleri, isyan ve şikâyet etmedikleri hastalıkları nerede?
Bizleri genel olarak Rabbimize yaklaştıran; etrafımızdaki insanların şefkat ve merhamet kucağına atan bizlerin; hem dünyada, hem de ahirette maddî manevî kazançlara ulaşmamıza sebep ve vesile olan hastalıklara inşallah sabır ve tevekkül, tahammül ve rıza göstererek karşılamamız ve halimize daima şükür ve hamd edebilmeliyiz. O yarattı, O bilir, O verir, O alır… diyebilmeliyiz.