Dört sual ve cevaptır.
Birinci sual: Mahdud bir hayatta, mahdud günahlara mukabil hadsiz bir azap ve nihayetsiz bir Cehennem nasıl adalet olur?
Elcevap: Sâbık işaretlerde, hususan bundan evvelki On Birinci İşaret’te kat’iyen anlaşıldı ki, küfür ve dalâlet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür.
İkinci sual: Şeriatta denilmiştir ki “Cehennem, ceza-i ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir.” Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevap: Sâbık İşaretlerde tebeyyün etti ki, insan, icadsız bir cüz-i ihtiyârî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl olan seyyiatın mes’uliyetini o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer, ademî olduğu için, abd ona fail oldu, Cenâb-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azap ile çekmeye müstahak olur.
Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-i ihtiyârî onlara illet-i mu’cide olamaz. İnsan onda hakikî fail olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata taraftar değildir. Belki rahmet-i İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbaniye icad eder. Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücud ve iman nimetleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmanî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazldır.
Demek seyyiatta sebep nefistir, mücazata bizzat müstahaktır. Hasenatta ise, sebep Hak’tandır, illet de Hak’tandır. Yalnız, insan iman ile tesahub eder. “Mükâfatını isterim” diyemez, “Fazlını beklerim” diyebilir.
Üçüncü sual: Beyanat-ı sâbıkadan da anlaşılıyor ki, seyyiat, intişar ve tecavüz ile taaddüt ettiğinden, bir seyyie bin yazılmalı; hasene ise, vücudî olduğu için, maddeten taaddüt etmediğinden ve abdin icadıyla ve nefsin arzusuyla olmadığından, hiç yazılmamalı veya bir yazılmalı idi. Neden seyyie bir yazılır, hasene on ve bazen bin yazılır?
Elcevap: Cenâb-ı Hak, kemal-i rahmet ve cemal-i rahîmiyetini o suretle gösteriyor.
Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 168
LÛGATÇE:
abd: Kul.
ademî: Yokluğa ait, yoklukla ilgili.
beyanat-ı sâbıka: Geçmiş açıklamalar; yapılan izahlar.
ceza-i amel: Yapılan işin karşılığı.
emr-i ademî: Yokluğa sebep olan iş.
emr-i itibarî: Gerçekte olmadığı halde var olduğu kabul edilen iş.
fazl-ı Rahmanî: Cenâb-ı Allah’ın ikramı, ihsanı.
halk etmek: Yaratmak.
illet-i mucide: Var edici bir sebep.
intişar: Yayılma.
kesb: Çalışmak, işlemek.
kesb-i insanî: İnsanın çalışması.
mahdud: Sınırlı, belirli.
niam-ı İlâhiye: Allah’ın nimetleri.
sâbık: Geçen.
seyyiat: Kötülükler, fenalıklar.
taaddüt etmek: Çoğalmak, bir şeyin sayısının artması.
tebeyyün etmek: Belli olmak, anlaşılmak.
tesahub etmek: Sahip çıkmak, sahiplenmek.