"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sıdk: Yalansız bir hayat

Muhammed Yusuf Akbaş
18 Mayıs 2025, Pazar
Günümüz dünyasında hakikat değersizleştikçe, yalanın değeri (!) artıyor.

Sözün doğruluğu değil, etkileyiciliği makbul sayılıyor. Lâkin bu yozlaşma, sadece ferdlerin değil, toplumların da çöküşüne zemin hazırlıyor. Çünkü İslamiyet’in özü sıdktır, yani doğruluktur. Ve imanın da en ayırt edici vasfı yine sıdkla yoğrulmuştur.

Bediüzzaman Said Nursî, hayatı boyunca sıdkı hem bir prensip, hem de bir inanç manifestosu olarak savunmuştur. “Bütün hayatımdaki tahkikatımla[...] sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır” diyerek bu temel değerin sadece şahsî değil, sosyal bir dayanak olduğunu vurgular.

Sıdkı hayatının mihveri yapan Peygamber Efendimiz’in (asm) en bilinen vasfı neydi? "Muhammedü’l-Emîn" değil miydi? Onu beşerin en yücesine çıkaran sıdk değil miydi? Öyleyse neden bizler yalana kolayca sığınıyor, menfaatimiz uğruna hakikatten sapıyoruz?

Bediüzzaman yalancılığı sadece bir ahlâk zafiyeti olarak değil, kâinatın nizamına karşı işlenmiş bir iftira olarak tanımlar: “Yalancılık, Sâni-i Zülcelâl’in kudretine iftira etmektir.”1

Bu cümle bize şunu hatırlatıyor: Yalan yalnızca bir kişisel kusur değil, bir varlık inkârıdır. Zira her yalan, var olan hakikate “yok” demek, olmayanı “var” göstermek değil midir?

Ne yazık ki “maslahat için yalan” söylemeyi meşrulaştıran anlayışlar, zamanla hakikatin üzerine kalın bir sis gibi çökmüş. Bediüzzaman bu noktada net konuşur:

“Maslahat dahi yalan söylemeye illet olmaz. Çünkü muayyen bir haddi yoktur; su-i istimale müsait bir bataklıktır.” Dolaysıyla günümüzde bu yol da kapanmıştır. 

Bugün doğru ile yanlış arasındaki çizginin bulanıklaşmasının en büyük sebebi bu bataklıktır. Menfaatine göre şekillenen “doğrular”, toplumu bir çürümüşlük girdabına sürüklüyor. Halbuki: “Bir tane sıdk bir harman yalanı yakar.”

Toplumsal barış, adalet, güven ve kalkınma... Bunların hiçbiri sıdk olmadan mümkün değildir. Kendi içinde doğru olmayan bir birey, içinde yaşadığı topluma nasıl doğruluk getirebilir ki?

Bediüzzaman’ın net formülünü hatırlayalım: “Ya sıdk, ya sükût. Yalana yer yoktur.”

Söz buraya gelmişken sormakta fayda var: Biz hangi yolu seçtik? Sıdk mı, sükût mu, yoksa yalan mı?

Sıdk; hem bir insanlık davasıdır, hem bir iman meselesi. Toplum olarak bu değeri ihya etmedikçe, ne huzur gelir ne güven. Belki de bugün en çok ihtiyacımız olan şey; sıdkı içimizde yeniden diriltmektir.

Çünkü sıdk, hayatın kalbidir. Ve kalp sustu mu, beden yaşasa da manen ölüdür.

Dipnot:

1-  Eski Said Dönemi Eserleri, s. 250

Okunma Sayısı: 347
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı