İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter.
Üçüncü Nokta: İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde, a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazen bir tek hasene ile çok seyyiatını örter.
Demek bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstahaktır. Belki kıymettar bir tek hasene ile çok seyyiatına nazar-ı af ile bakmak lâzımdır. Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adavet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur, mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat aleti olur.
Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor. Hakaik-ı imaniyeye karşı sıhhat-i muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor.
Şöyle ki: Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delâil-i ispatiyenin hükmünü, nefyine delâlet eden bir emare ile kırmak ister.
Halbuki kaide-i mukarreredir ki, “Bir ispat edici, çok nefyedicilere tereccüh ediyor.” Bir dâvâya müsbit bir şahidin hükmü, yüz nâfîlere racih olur.
Bu hakikate bu temsil ile bak.
Şöyle ki: Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılmasıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.
İşte, hakaik-ı imaniye o saraydır. Her bir delil, bir anahtardır; ispat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-ı imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; ispat edici bütün delilleri nazardan ıskat ediyor. “İşte bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde bir şey yoktur” der, kandırır.
İşte, ey şeytanın desiselerine müptelâ olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalp istersen, muhkemat-ı Kur’âniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyyenin terazileriyle a’mâl ve hatıratını tart. Ve Kur’ân’ı ve Sünnet-i Seniyyeyi daima rehber yap. Ve ”Eûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm” de, Cenab-ı Hakka ilticada bulun.
İşte, bu On Üç İşaret, on üç anahtardır. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın en âhirki sûresi ve “Eûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm”in mufassalı ve madeni olan “Esteîzü Billahi Bismillahirrahmanirrahim. Kul eûzü bi-Rabbi’n-nâs... (ilâ âhirihî)” sûresinin hısn-ı hasini ve kal’a-i metîninin kapısını o on üç anahtarla aç, gir, selâmeti bul!
“De ki: Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım.” (Mü’minun Sûresi: 97) Onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım. (Mü’minun Sûresi: 98)
Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 173-175
Lûgatçe:
adalet-i mutlaka: Tam adalet, sonsuz adalet.
adavet: Düşmanlık.
a’mâl: Ameller.
a’mâl-i mükellefîn: Dinin emirlerini yerine getirmekle yükümlü olanların amelleri, işleri.
delâil-i ispatiye: İspat delilleri.
desise-i şeytaniye: Şeytanın hilesi, aldatmacası.
esbab: Sebepler.
hasenat: İyi ameller, güzel ve hayırlı işler.
haşir: Allah’ın kıyametten sonra ölüleri diriltip mahşer meydanında toplaması.
hatırat: Hatıra gelenler, içe doğanlar; akıl ve kalpten geçen manalar.
hayat-ı içtimaiye: Sosyal hayat, toplum hayatı.
hısn-ı hasin: Çok sağlam kale.
ifsad etmek: Fesada uğratmak, bozmak.
iltica: Sığınma.
kaide-i mukarrere: Yerleşmiş kaide, kural, prensip.
kemiyet: Nicelik, sayı çokluğu.
keyfiyet: Bir şeyin nasıl olduğu, kalite, nitelik.
mizan-ı ekber: Mahşer günü amellerin ölçüleceği, hakikî mahiyeti ancak ahirette bilinebilecek olan büyük terazi.
muhkemat-ı Kur’âniye: Manası gayet açık ve sağlam olan Kur’ân hükümleri, ayetleri.
nâfî: Bir şeyin yokluğunu savunan, inkâr eden.
nefiy: Yokluk, yok sayma, inkâr.
racih olmak: Üstün gelmek, tercih edilmek.
seyyiat: Fenalıklar, kötülükler, günahlar.
seyyie: Fenalık, kötülük, günah.
sıhhat-i muhakeme: Sağlıklı akıl yürütme, değerlendirme, hüküm verme.
tereccüh etmek: Üstün gelmek.