İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Eşya arasındaki tevafuk, Sâni’in Vâhid, Ehad olduğuna delâlet ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehalüf de Sâni’in Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder. Meselâ hayvanların, bilhassa insanların, esas âzâlarındaki tevafuk, bilhassa çift âzâlardaki temasül Hâlık’ın vahdetine bürhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf de Hâlık’ın ihtiyâr ve hikmetine delâlet eder.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Mahlûkatın en zalimi insandır. İnsan, kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı, kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir, semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur; aksi halde, ne sever ve ne kıymet verir.
Ve keza, hayatın icadında ille-i gaiyenin yalnız hayat olduğunu bilir.
Cenab-ı Hakk’ın icad ettiği “hayy”larda hedef ittihaz ettiği binlerce hikmetlerinden haberi yok.
Acaba imkân ve ihtimalden hariç midir ki, âlemde görünen şu eşya-i harika daha garip, daha harika ve daha mu’cize melekûtî, berzahî, misalî şeylere bazı numune ve bazı esaslar olmasın?
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hak, kâinatı teşkil eden zerratı şeriat-ı fıtriyesine musahhar ve mutî ve evâmir-i tekviniyesine de münkad ve mümessil kılmıştır. Bir arı, “Kün!” emrine imtisalen matlub bir şekle girdiği gibi; herhangi bir hayvan da aynı emre imtisalen irade edilen vaziyetlere girer.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Şems, kamer, yıldız, arz gibi ecramı kabzasında tutan kudret, o ecramı öyle bir sühuletle tanzim etmiştir ki, dağılan tesbih tanelerini ipe dizen adam gibi, ne bir acz görmüştür ve ne başkasının yardımına ihtiyaç olmuştur.
Mesnevî-i Nuriye, Zerre, s. 208
LÛGATÇE:
berzahî: Ruhların ahiret ile dünya arasında kıyameti bekledikleri âleme ait.
bürhan: Delil.
delâlet etmek: Delil olmak, işaret etmek.
ecram: Cisimler, gök cisimleri.
Ehad: Zatı tek olan Allah.
evâmir-i tekviniye: Yaratılışa ait emirler, varlığın yaratılışıyla ilgili işler.
Hâlık: Yaratıcı, Allah.
hayy: Diri, sağ, canlı.
ille-i gaiye: Bir şeyin vücuda gelmesi noktasında asıl sebep, maksat.
imtisalen: İmtisal ederek, uyarak, tâbi olarak.
kün: Allah’ın ‘Ol!’ manasına gelen emri.
melekûtî: Ruhlar ve melekler âlemine mensup olan.
Muhtar: Hükmü elinde tutan, hareketinde serbest olan, dilediğini yapan.
musahhar: Boyun eğen, emir altına giren.
mutî: İtaat eden.
münkad: İnkıyad eden, boyun eğen, itaat eden.
Sâni’: Her şeyi sanatlı olarak yaratan Allah.
semere: Meyve, netice.
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu kanunlar.
tehalüf: Farklılık.
temasül: Benzeme, benzeyiş.
tevafuk: Uyum, benzeyiş.
vahdet: Birlik ve teklik.
Vâhid: Zatında ve sıfatlarında tek ve yegâne olan.
zerrat: Zerreler, atomlar.