Sanılanın aksine incir çiçeksiz bir meyve değildir. İncir meyvesinin bizzat kendisi bir çiçektir. Ters çiçek denilen bir biçimdir.
Hatta çiçek değil çiçekler yumağı, tek başına bir çiçek bahçesidir. Çatlayıp tamamen açılan bir incir tanesinin içindeki tüm çekirdekler ayrı ayrı çiçekçikler açar, tek bir incir tanesi Sânî-i Hakîm'in feza-misal bir meşhergâhına döner. Feza-i suğra incir tanesi içindeki her bir minik çiçek âdeta incir-i kübra olan uzay içinde çiçek gibi açmış, tavaf eden nice galaksiye benzer. İşte bu incirin çiçek-misal meyve verebilmesi için “iğlek” denilen erkek incir ağacında konaklayan, minik bir yaban arısının incir çiçeğine girip, onu tozlaması gerekir, yoksa kupkuru ve lezzetsiz bir tane olarak yere düşer.
Tıpkı kâinatın manen hayat bulması, nice hakikat levhasının çiçek gibi latîfâne açılması, acı gibi duran hâlâtın lezzet vermesi için Vahy-i İlâhînin kainatta tecelli etmesi gibi...
Üstad Hazretlerinin “incir çekirdeği”ni sıklıkla misal getirmesi elbet nice hikmetlere mebnidir; meselemiz itibarıyla Nur-u Muhammedî’yi bütün bu kâinat ağacını netice veren incir çekirdeği kabul edersek, bu kâinat ağacının en ekmel ve leziz (incir) semeresi de elbet Efendimizin (asm) zâtıdır. Tabiî ki o ağacın nice başka mevvesi (peygamberler) geldi geçti lakin o incir arısının (vahy-i İlâhî) kesiştiği en ekmel, en ahsen, en leziz ve münbit semere (ruh) tanesi, incir ağacına da program olan Nûr-u Muhammedî’nin (asm) Zât-ı Bî-emsalidir.
Öyle ki, Nuruyla çekirdeği olduğu ağaç, sırf Zât’ı ile semeresi olsun diyedir. Bu, herhangi bir incir-ağaç münasebetinde görebileceğimiz bir tenasüb değildir. Şecere-i Kâinatın bu Meyvesi (asm) çiçek açtığında, ağaç hakikatini bulur. Çatlayıp, açılan uçları ağacın her yanına ulaşır, içindeki tanelerden açan milyonlarca çiçekle (evliyaullah) geniş, münevver, müzeyyen ve münakkaş bir çiçek bahçesi haline gelir ki, ağaçta daha önce çiçek açan incir taneleri (evvelki tüm peygamberler) dahi bizzat birer incir tanesi olmaktansa, o ekmel İncir’in (asm) bahçesinde bir çekirdekten açan çiçekler olmayı dilerler.
İste o mucizekâr İncir’in (asm), kerametkâr nice tanesinden mümeyyiz bir tanesi vardır ki husûsî bir ilhamla açmıştır. 13. asrın minaresi başında açan bu çekirdek: Üstadımız ve Nurlardır.
Kur’ân ve Sünnetin enver incirinden açan bu çekirdeğin Anadolu’da açması, Anadolu’da açmasaydı bile Anadolu’ya gelecek olması da sıla-i rahimden değildir.
Zira Anadolu, bağrındaki milyonlar evliya ve asfiya ile o İncir-i Nebevînin rüçhan bir koludur, hududu içinde mânen de olsa hilâfeti havîdir; artık silâhsız, ilmî bir mâhiyet kazanan cihadın, İlâ-yı Kelimetullâh'ın merkez cephesidir.
İncire dair diğer bir latîf tevâfuk ise; Anadolu sınırlarının dahi kaynağı Cennet olan Fırat ve Dicle nehirleriyle doğudan, İzmir ve Aydın havalisinde mebzul miktarda ve fevkalade keyfiyetle bulunan Cennet meyveleri İncir ve Zeytin ile batıdan âdeta manen tahdit edilmiş olmasıdır.
Hudutları dahi Cennet nehirleri ve meyveleriyle belirlenmiş bu coğrafyanın bir sadaka-i maneviyesi olan Nur Hizmetinin, bu coğrafyanın bağrından sökülmesi kıyâmete kadar mümkün değildir.
Bu hizmeti tahrib ve imha o da olmazsa tahrif niyetinde olan kuvvetlerin beyhûde çabası, çiçek tanesi hükmündeki birkaç hâdimini çürütmeye ve koparmaya çalışması, İncir-i Nebe-vî’nin (asm) kalbi olmuş Anadolu’da, bu hizmete saykal vurmaktan başka işe yaramaz.