Ney sanatının günümüzdeki en önemli üstadlarından olan İlyas Çelikoğlu, ney sanatına gösterilen ilginin arttığını, bunun kendisini sevindirdiğini, ancak bu sanatla ilgilenenlerin bir kısmının “artistlik” tarafıyla ilgilenmesinden şikâyetçi. İlyas Çelikoğlu, “İyi bir neyzen ‘Ben biliyorum’ havasından katiyen uzak durmalı. Bu arzulara sahip
olan kişi düzgün sesler çıkarsa bile, gönül anlamında tesirli sadalara sahip olamaz. Allah’ın emrettiği şeyleri yapsınlar ve onun haricindeki şeylerden uzak dursunlar. Çünkü bir amaç uğruna halis gönül ile O’nun rızasına uygun hareket etme çabasında olursa insan, ihsan kapıları da bir bir ardına kadar açılıyor” diyor.
NEY SANATÇISI İLYAS ÇELİKOĞLU: Ney sanatına ilgi duyanlar Allah’ın emirlerini yerine getirmeli
Musiki sanatı ve ney sazı ile yollarınız nasıl kesişti?
Gönlümde klasik musikiye dair bir muhabbet oldum olası vardı. 1950’li yıllarda Arnavut kökenli Karaferya’dan gelme bir berber olan Mustafa Efendi ve arkadaşlarımız ile olan musikiye dair sohbetlerimiz neticesinde bu ilgi gitgide artmaya başladı. Bir Ramazan günüydü, ben uyurken kız kardeşim geldi ve radyoyu açtı. Beni benden alan bir ney sesi ile uyandım o an da. Ses gönlüme işledi, ama enstrümanı tanımadığım için bir şey söyleyemiyordum. Kalktım ve hemen Mustafa Efendi’ye gittim. Mustafa Efendi beni kendi arkadaşlarından olan Osmanlı zamanından kalma “Dar’ül Talim-i Musiki”de (Musiki Eğitimi Evi) öğretim görevlisi, aynı zamanda koro şefliği yapan musiki küpü Rumeli kökenli Hafız Hüseyin Tolon Efendi’ye götürdü. Kendisinden klasik musiki eğitimi almaya başladım, ama gönlüm hep o sazda idi. Hüseyin Hocama ney sazına olan isteğimi ifade ettiğimde “ Acele etme. Sana onun eğitimini verebilecek biri var, Cuma günleri geliyor” dedi. Bir Cuma akşamı Hüseyin Hocamın evinde meşk yaparken, içeriye bir misafir geldi. Hocam onu karşılayıp divanın bir köşesine oturtup bana dönerek “İşte aradığın geldi” diye seslendi. Gelen kişi hattat ve neyzen Emin Dede’nin talebesi Mesut Paker Hoca idi. Dersler için gün ayarlayarak ve ney tedarik ederek derslere başlamış olduk. Solfej, nota, nazariyat derslerini Hafız Hüseyin Tolon, ney derslerini ise Mesut Paker Hocamdan alarak eğitimime devam ettim. Belli bir noktadan sonra Hocam bana “Oğlum eğitimin gayet güzel, lâkin bir tavır alıp parmaklarını daha iyi çalıştırabilmen için seni Tevfik Efendi’ye götüreceğim” dedi. Neyzen Tevfik’e dair bir kanaatim olduğu için ilk anda Hocamın bu kararı bir hayli ters gelmişti bana.
Bu negatif düşünceniz, tavrınız daha sonrasında nasıl değişti?
Hocamın sözlerini düşünürken bir an da gönlüme “Halakal insân. Allemehul beyân” (İnsanı, O yarattı. Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.) âyet-i kerimesi gelince sustum. Ve Hocamın da -düşünce yapılarımızın ayrı olduğunu ifade etmeme rağmen- “İyi adamdır” demesi ile rıza gösterdim. Hocam Melami şeyhi idi ve meğer Tevfik Efendi de kendisine bağlı imiş. Fatih’deki Reşadiye Oteli’nin beşinci katında müştemilatta kalıyordu. Burayı, ona, babasının bir arkadaşı tahsis etmişti ve ücret almıyordu. Sabah on da Hocam ile Tevfik Efendi’nin kapısına dikildik. Lakin bizi içeriye almadı ve yetmezmiş gibi bir de Hocama hakaret edince benim üzerimdeki terslik perçinlendi ve hemen aşağıya doğru inmeye başladım. Ama Hocam ceketimin kenarından tutarak beni geriye çekti ve “Bir yere gidemezsin. Onun parmaklarını alacaksın” diye ekledi. Ben bu aralıkta aşağıya inmiştim Hocam da yanıma geldi. Camiye geçip öğle namazlarımızı eda ettik. Hüseyin Hocamın ısrarı ile tekrar Tevfik Hocamın kapısına geldik. Selâm verdik, selâmı aldı, muzip bir gülüş ile yaptığı hatanın farkında olduğunu hissettirerek… Hocama beni sordu, Hocam da “O senin taleben olacak” dedi. Ve Tevfik Efendi de konuşmalardan sonra beni talebeliğe kabul etti.
Dersleriniz nerede ve nasıl başladı?
Beşiktaş’ta meşk yapacağız, ama Hocanın düzgün bir adresi dahi yoktu!.. Otelde sığıntı gibi kalıyordu ve Beşiktaş’ta bir kahvehanenin (aslında kahvehane bile değil!) köşesinde ders veriyordu. Haliyle gelen gidenler oluyordu. Karşılaştığı insanlara karşı müsbet cevaplar verdiğine ben pek şahit olmadım açıkçası. Herkese ve her şeye bir kulp buluyordu. Onun bu tavırlarından dolayı aramızda ara ara da olsa gerilmeler yaşanıyordu. Bir gün “Hocam ağzınıza hiç yakışmıyor bu sözler” diye ikazda bulununca, bana bir hayli sinirlendi ve “Sen benim babam mısın, her şeye karışıyorsun?” dedi. “Babanız değil dostunuzum ve doğruyu söylüyorum. Siz eğridesiniz!” şeklinde cevap verince sinirlenerek beni yanından kovdu. “Elinizi verin öpüp gideceğim” deyince elini vermek istemedi, ama ben zorla tutup öptüm ve veda ederek yanından ayrıldım. Beş ay kadar Hocamdan ayrı kaldım. Bir sabah kapı çalındı. Kapıyı açtığım zaman benim şerikim olan Süleyman’ın geldiğini gördüm. “Hoca seni çağırıyor” dedi. Ben de kendisine “Gelmiyorum” cevabını verince annem duydu. “Hocanın hakkı var sende. Katiyen izin vermiyorum ve Hocanın yanına gitmeni istiyorum” diyerek beni gönderdi. Gittiğimde hocam oturuyordu ve “Büyüdün!” diye seslendi bana hiddetle. “Ben büyümedim size öyle geliyor” deyince “Otur” dedi. Ben oturmayınca kalktı ve beni oturttu. “Ne kazandın?” diye bir soru sordu sonrasında. “Haysiyetimi kazandım. Neden önünüze gelen her Allah’ın kuluna bir kulp takıyorsunuz!” diye cevap verdim. Bana ve Süleyman’a derin derin baktı ve hiçbir şey söylemedi. Kendini ve dilini tutamıyordu ve gördüğü olaylar karşısında mutlaka sivri yorumlar yapıyordu. Bu şekilde hastalığının en ağır zamanlarına kadar derslerimiz ve görüşmelerimiz üç yıl devam etti. Bu halinin bütün yükünü de ona yüklememek gerek sanıyorum ki… Neyzen Tevfik hocamın huzurlu bir yaşantısı olsa idi, eğer bu denli asi ve keskin olmazdı belki de.
Huzursuz bir hayat mı sürüyordu Neyzen Tevfik? Öyle ise bu huzursuzluğun nedenleri neydi?
Evet… Ölümünden sonra bunu daha iyi anladım. Hocam 1953 yılında vefat etti. Kıbrıs Harekatı’nda izinlerin kaldırılması nedeni ile cenazesine katılamadım ben. Hocamın kabrini ziyaret edip sonrasında başsağlığı dilemek için evine, ailesinin yanına gittim. Kapıyı çaldığım vakit hocamın kızı açtı ve “Kimi aradınız?” diye sordu. “Ben Tevfik Hocanın talebesiyim, başsağlığı dilemek için geldim” dediğimde kızının “Ben babamın o kadar önemli olduğunu bilmiyordum!” cevabı karşısında çok üzüldüm, hattâ sarsıldım. Dışlandığı hissi oluştu bu sözlerden sonra bende. Aslında gönül olarak iyi bir insandı, ama ıstırabını dindirecek bir faaliyeti olmadı, olamadı maalesef ki… Onu sevenler ise sözünü sazını dinlerlerdi, ama hepsi o kadar. Gerçek anlamda bir el uzatan yoktu görebildiğim kadarıyla.
Toplumun Neyzen Tevfik’e bakışı nasıldı?
Neyzen Tevfik’e bugüne kadar kimse olması gerektiği gibi sahip çıkmadı. Onun ıstırabını gerçek anlamda kimse hissetmedi. Anlaşılamadı... Lakin ne hikmettir ki Neyzen Tevfik’i çekilmiş olan yırtık çoraplı bir fotoğrafı ile vefatından sonra anmayı lâyık görüyorlar hep!.. Yok muydu Hocamın başka türlü resimleri? Vardı elbette, ama lâyık görülen, o resimler ile anmak oldu. Ah evladım, yaşananlar hep iç acısı. En güzel ve düzgün halleri ile çekilmiş olan birçok fotoğrafının olmasına rağmen, siz gidin yırtık çoraplı resimlerini getirin ortaya. Bunun neresi anlaşılabilir sizce? Alkolün cemiyete verdiği tahribat çok büyüktü. Hoca bu tahribatı göz göre göre kendine yaptı maalesef ki… Yasakları tamamen elinin tersi ile itti. Bu tamamen söz ile oldu aslında. Önüne gelene hiciv ile bir fırça çekti. Fakat bunların hiç biri sebepsiz değildi! “Söz söyletme divaneye, divana sığmaz söz alırsın divaneden” - “Divâneden bir söz çıkar, divânâ sığmaz” Marko Paşa gazetesinde bir köşe vermişlerdi. O köşeyi kullanıyordu, yazıları orada yayınlanıyordu.
Peki hiciv sanatının neyzenlik yönünden daha öne çıktığı doğru mudur?
Müzik sanatında da fevkalâde bir insandı. Fakat taşlama ve hicivde, o dönemde, onun gibi ifade kabiliyeti olan başka bir ağız göremedim ben. Çok zekiydi ve oldukça etkili ifade ederdi düşüncelerini. Bir başkası düşünemezdi onun söylediklerini. Bazen günahsız insanlara dokunduğu da olmuyor değildi tabiî.
Bu sanat aracılığı ile bütün kademelere ve üst düzey erkâna da dilediğini söyleyebiliyor muydu?
Asla çekmezdi lafını… Kaldı ki o zamanın reis-i cumhurunu bile hicvedebilme cesaretini gösteren bir insandı o. Çekiniyorlardı kendisinden. Bazen öyle çileden çıkardı ki değinmediği şey kalmazdı. Kendince gördüğü haksızlıklardan dolayı hırçınlaşırdı. Ve en çok toplumda gözlemlediği eksikleri hicvedip söylerdi. Belki de duyması, ilgilenmesi gereken mercilere ulaşsın diye.
Ney eğitimini nereden aldığına dair bilginiz var mı?
Samsun’un Kolaylı kazasındandı. Kendi soyadı da Kolaylı idi. Babası öğretmendi. Çocukken babası ile beraber akşamüstü kurulan pazarlardan birine gidiyorlar. Orada bir komutanın çete elemanlarının kesik başlarını halka göstermesine şahit oluyor. Bu olay sonrasında depresyon geçiriyor. O aralıkta dere kenarlarındaki su kamışlarını alıyor, düdük yapıyor ve sürekli çalıyor. Ailesi bu durumdan rahatsız olup düdükleri elinden alıyor, fakat Hocamın durumu daha da kötü olunca doktora götürüyorlar. Doktor aileye “Bu çocuk bir şey ile meşgul müydü?” deyince aile durumu anlatıyor. Doktor ise düdüklerin kendisine geri verilmesi gerektiğini söylüyor. Başlangıcı bu şekilde olmuş. Yaşı kemale erince de babasının İzmir Urla’ya tayini çıkıyor. Orada Berber İbrahim Efendi diye bir neyzen ile tanışıp kendisinden neyi öğreniyor. Sonrasında yolu İstanbul’a kadar uzanıyor.
İnancı ve insana bakışı nasıldı?
Bir o kadar güzeldi!.. Allah dediği zaman sanki içinden bir daha Allah sadası çıkar gibiydi. İçi yırtılır gibiydi. “Allah” lafzını söze döktüğü vakit, onun bu halini görerek elimden bir şeyin gelmemesi çok gücüme gidiyordu.
Neyzen Tevfik size ne kattı diye sorsak?
O ıstırabı hem görüp hem de yaşayan ve ıstırapların en derinlerine kadar inmiş bir insandı. Bunun yanı sıra gördüğü yanlışlıkları da direk kişinin yüzüne söylerdi. Kişilerin arkasından konuşmaz, lafını asla esirgemezdi. Ben belki birkaç üniversite de bitirseydim, bu kadar derine bakmayı asla başaramazdım.
Neyzen Tevfik Hocadan sonra sanat hayatınız nasıl devam etti?
Hocadan aldığım eğitimden sonra Beşiktaş Musiki Cemiyeti’ne devam ettim ve sonrasında kendi gayretlerimiz ile beş tane daha musiki cemiyeti kurduk. En sonunda da Dede Efendi Musiki Derneği’ni kurduk. İlerleyen yıllarda cemiyetten ayrılıp kendim ders vermeye başladım. Yedi sene kadar Sultanahmet de Ahmet Yesevi Vakfı’nda Aziz Mahmut Hüdai Hazretlerinin ders verdiği hücrede ders verdim. Sayısını tam olarak bilemiyorum, ama sanıyorum ki doksanın üzerinde talebem oldu.
Neyzenliğin sizin gönlünüzdeki yeri ve anlamı nedir?
Tesadüfen radyo aracılığı ile işitmiş olduğum o ulvi ses gönlümün derinliklerine nasıl yerleştiyse -aslında ben değil Rabb’im yerleştirdi- bunun tarifi mümkün değil! İnsan sever de bir yere kadar sever. Ama benim ruh yapımın içinde ney sesinin, neyin muhabbetinin bir ölçüsü yok. Onu duyduğum zaman kendimi tutamıyorum.
Ney eğitimi esnasında talebelerinize özellikle neleri tavsiye ediyordunuz?
Israrla dem seslerin üzerinde durmaları tavsiyesinde bulunuyorum. Dem sesler cennetten geliyormuş gibi gelir bana. İnsanın gönlüne akıyor. İyi bir neyzen olmak için çok sebat etmek gerek. Sebatınız var ise her şeyin üstesinden gelirsiniz. O garip hocam, yarım pabuçlu yırtık çoraplı olduğu dönemlerinde dahi neyini üflemekten asla vazgeçmedi. Öyle bir gönül bağı vardı. İnsanın gırtlak yapısında olan dokuz boğuma benzetilir neyin içyapısı. İyi bir neyzen de o yapı gibi olacak. İnsan hançeresinde hayatı ne kadar bulur? O dokuz boğumun içerisinde Allah Teala’nın emirleri mevcut. En başlıcası ise “Sevgi” ve “Ol ve görünme”dir. Toprak gibi tevazu sahibi olmak anlamına geliyor bu. Karanlıkta dahi olsa edepli olmak gerekiyor. Rabb’im her halde her durumda mevcut ve seni ayakta tutuyor! Hz. Mevlâna bunu en güzel şekilde ifade etmiştir eserlerinde. Rabb’im bizleri edebin dışında bırakmasın. Duamız kendimiz için de, inananlar için de budur. O edep dairesinde talebelerin her gün çalışması lâzım. Her gün o başpareyi öperek dudağınıza koyacaksınız. Ok çekenler dahi yayı öpmeden oku bırakmazlarmış. Nereye gönderiyor? Meçhule!
Günümüzde neyzenlik olması gerektiği gibi midir?
Mânâsından daha çok artistlik tarafı ile ilgileniliyor sanırım şu an. İyi bir neyzen “Ben biliyorum” havasından katiyen uzak durmalı. Bu arzulara sahip olan kişi düzgün sesler çıkarsa bile, gönül anlamında tesirli sadalara sahip olamaz. Allah’ın emrettiği şeyleri yapsınlar ve onun haricindeki şeylerden uzak dursunlar. Çünkü bir amaç uğruna halis gönül ile O’nun rızasına uygun hareket etme çabasında olursa insan, ihsan kapıları da bir bir ardına kadar açılıyor.
İlyas Çelikoğlu kimdir?
İlyas Çelikoğlu, 10 Aralık 1923 tarihinde Beşiktaş Balmumcu da doğdu. İlköğrenimini Feriköy İlkokulu’nda, ortaokul ve liseyi Sultanahmet Meslek Lisesi Makine-Model Bölümünde tamamladı. Yükseköğrenimini de Ankara Öğretmen Okulu’nda tamamladı. Sonrasında Kara Kuvvetleri’nde öğretmen olarak çalışmaya başladı. İstanbul ve İzmir de görev yaptıktan sonra emekliye ayrılan İlyas Çelikoğlu uzun yıllar musiki ve ney dersleri verdi.
Melek Şafak
[email protected]