"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hazreti Yunus’un (as) kıssasından bize düşen hisse

Rüstem GARZANLI
29 Temmuz 2020, Çarşamba
Hz. Yunus (as) Risalet’le görevlendirildikten sonra putlara tapmamalarını, hanımı ve benzeri bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış bütün Kâinatın Yaratıcısı olan Allah’a tapmalarını ve O’na kulluk etmelerini, taptıkları putlardan bir faydanın olamayacağını kavmine bildirmiş olmasına rağmen inkârcılar küfürde ısrar etmişler.

Kavmin inkârcı tutumuna çok üzülen Yunus Peygamber, (as) o sıkıntı ve çaresizlik içinde iken Allah’tan bir emir almaksızın öfkeyle kavmini terk eder.

Hazreti Yunus, (as) kavmini terk ettikten sonra olaylar şöyle gelişir:  “Dolu bir gemiye biner. Gemi batma tehlikesi geçirince, içlerinden bir yolcunun kur’a ile denize atılmasına karar verilir. Çekilen kur’a, Yunus Aleyhisselâm’a isabet eder. Bu sebeple denize atılır. Kendini kınarken onu bir balık yutar. 

Hz. Yunus (as) balığın karnında iken hiçbir maddî imkânı kalmadığını, kurtuluşun sadece Cenâb-ı Allah’a ait olduğunu, O’ndan başka melce ve mencenin olmadığını, Allah’a sığınarak şu münâcatta bulunmuş.

“Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin’’ 

Meali: Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.”  (Enbiya Sûresi, 21/87)

“Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı, yeniden dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.” (Saffat Sûresi 143-144)

Hz. Yunus (as) Risalet’le görevlendirildikten sonra kavmine İlâhî emirlerin tebliğinde muvaffak olamadığını düşünerek öfkeyle kavmini terk etmesi, gemiden denize atılması, bir balığın içine girmesi, Cenâb-ı Allah’a münacatı ve sahil-i selâmete kadar çıkması tamamen İlâhî bir sır ve hakikattir. Zahiren kavmine karşı sabır ve tahammül ile sabretmesi lâzım iken; kızarak öfkeyle kavminden kaçmasını da İlâhî bir murat olarak görmek gerekir. Kudret sahibi Allah’ın sır ve hikmetlerinin ihatasında beşer âcizdir.

Hz. Yunus (as)’ın kıssa-i meşhuresinden insanların maddî ve manevî cihetle alacağı birçok ibret ve mesaj vardır. Meselâ, aile reisi olan biri ailesini veya devletin reisi ise milletini idare etmek, sıkıntılarını paylaşmak, can ve mallarını korumak ve insanlar arası adaleti sağlamakla mükelleftir. 

Bediüzzaman: Hz. Yunus’un bulunduğu şartlar ile bizim şartlarımızı karşılaştırır, bizim şartlarımızın yüz derece daha müthiş olduğunu nazara verir. 

Dünyamızı denize, heva-i nefsimizi balığa, gecemizi de istikbalimize benzetiyor. İstikbalimizi de, nazar-ı gafletle karattığımızı belirtiyor. Nazar-ı gaflet, bir şeyin mânâsını anlamadan bakmak, görevi ve görev yerini terk etmek, unutmak anlamındadır. Gaflet, asrımızın hastalıklarından biridir. Sahibini birçok dehşetli karanlıklar içinde bırakır. Görevden uzaklaşma bizi gurur denizine atıyor, hava-i nefsimiz de balık gibi bizi yutuyor ve Cenâb-ı Allah’a olan ubudiyetimize gaflet perdesini çekerek ebedî hayatımızı karartıyor.

“Bizim hutumuz Hazreti Yunus’un (as) hutundan bin derece daha mûzırdır. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.’’  (Birinci Lem’a s. 6)

Hz. Yunus Aleyhisselâmdan zamanımıza yansıyan balık hadisesi en fazla yüz yıllık hayata bedel, ebedî bir hayatın kazanması hadisesi olarak gören Bediüzzaman, konuya şöyle açıklık getiriyor:

“Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbaptan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya Müsebbibül’ül-Esbap olan Rabbimize iltica edip  ‘Lailahe illa ente süphaneke inni küntu minnezzalimin’ demeliyiz.” 

Bediüzzaman, yaptığımız kötülüklerden Cenâb-ı Allah’a sığınarak, Kur’ân-ı Hakîm’in sergisinde yapılan manevî bir gemi ile İslâmiyet’in içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip ta sahil-i selâmete çıkabileceğimizi, hayattaki sıkıntılar, vahşet ve dehşetlerin yerine nazar-ı ibretle tefekkür ederek, ruhumuzun nurlanacağını, o zaman nefsimiz bir bine- ğimiz olup hayat-ı ebedîyemizin kurtulmasına bir vasıtamız olacağını belirtmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri, Hazreti Yunus’un (as) kıssa-ı meşhuresinden şu mesajı anlıyoruz: Yaptığımız kötülüklerden Cenâb-ı Allah’a sığınarak, Kur’ân-ı Hakîm’in sergisinde yapılan manevî bir gemi ile İslâmiyet’in içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip tâ sahil-i se- lâmete çıkabileceğimizi, hayattaki sıkıntılar, vahşet ve dehşetlerin yerine nazar-ı ibretle tefekkür ederek, ruhumuzun nurlanacağını, o za- man nefsimiz bir bineğimiz olup hayat-ı ebedîyemizin kurtulmasına bir vasıtamız olacağını belirterek  “......esbap bahanelerdir, vesait de perdelerdir” der.

Demek ki, sebepler birer araçtırlar. Sebepleri yaratan Cenâb-ı Allah’tır. Sebeplere sebebiyet veren ise insandır. Aleyhimize ittifak eden sebeplerin bir araya gelmeleri bir kusurumuzun neticesi olduğunu bilmek lâzımdır. Hata ve kusurlarımızın affı için Cenâb-ı Allah’a sığınmalı ve Hazreti Yunus’un (as) münacatında dediği gibi, biz de “Lâilâhe illâ ente süphaneke innî küntü minezzalimin’’ demeliyiz.

Okunma Sayısı: 3211
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı