Hayatı boyunca takip ettiği büyük hedeflerinden biri olan İslâm devletlerinin birliğini, ittihad-ı İslâm olarak ifade eden Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, 14 Mayıs 1950 yılında yapılan genel seçimlerde tek başına iktidara gelen Demokrat Parti’den de istemiştir.
Uzun çalışmalardan sonra kurulan Bağdat Paktı için çok sevinen bunu dile getiren Bediüzzaman Hazretleri, Reis-i Cumhura ve Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektubunda şöyle demiştir: “Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınız, inşallah 400 milyon [şimdi iki milyar] İslâmın sulh-u umumisine [genel barışına] ve selâmet-i ammenin [dünya barışının] teminine kat’i bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur oldum.” (Emirdağ Lâhikası, s. 840.)
Birinci Dünya Savaşı’nda, müttefik olduğu Almanya’nın mağlûp olmasıyla, o da mağlûp sayılan Osmanlı Devletinin dört yüz sene hâkimiyeti altında olan Orta Doğu devletleri, İngiliz, Fransız ve İtalyanların sömürgesi hâline geldiler. 1950 yıllarından itibaren bağımsızlıklarını kazanabilen bu devletler, özellikle İngilizler tarafından cetvelle çizilmiş gibi çok problemli sınırlara sahip oldular. Birde, yine İngilizlerin Filistin topraklarına yerleştirdikleri İsrail devleti yüzünden, Orta Doğuya bir türlü barış ve huzur hâlâ gelemedi.
Sovyetler Birliği’ne ve komünizme karşı, Amerika Birleşik Devletleri’nin arzu ettiği Kuzey Kuşağı projesi çerçevesinde, ekonomik ve savunma iş birliği olarak düşünülen Bağdat Paktı, bir çok alt çalışmalardan sonra nihayet 24 Şubat 1955 tarihinde kuruldu. Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ve Irak Başbakanı Nuri Said Paşanın imzaladığı bu anlaşma, Arap Birliği’nin lideri olarak kendini gören Mısır devlet başkanı Cemal Abdünnâsır tarafından hoş karşılanmasa da gerçekleşti. İşte, Bediüzzaman Hazretleri bu kurulan birliği, ileride kurulacak olan ve bütün İslâm ülkelerini içine alacak İslâm birliğinin öncüsü olarak görüyordu. Sevinci de bundan kaynaklanıyordu.
Ancak ne garip bir durumdur ki, Bir Orta Doğu ve İslâm devleti olmayan İngiltere, nasıl olduysa 04 Nisan 1955 tarihinde Bağdat Paktına üye oldu. Arkasından 23 Eylül 1955 tarihinde Pakistan kuruluşa dahil oldu. Onu takiben 03 Kasım 1955 tarihinde de İran bu birliğe katıldı. Amerika ise, birliğe katılmamakla birlikte gözlemci sıfatıyla yine birliğin içindeydi. Merkezi, Bağdat’ta olması istenilen bu kuruşla Bağdat Paktı resmiyet kazandı.
Fakat, dessas ve hilebaz İngiliz siyasetinin içine girdiği hiçbir şeyden hayır gelmediği gibi, bu kuruluş da hayır görmedi. Sonradan katılanların da olmasıyla adı CENTO olan bu birlik üç sene sonra dağıldı ve bu pakta imza atan başta Adnan Menderes olmak üzere, Irak başbakanı Nuri Said Paşayı da, Pakistan Başbakanını da idam ettiler. Böylece, büyük ümitlerle kurulan Bağdat Paktı tarihe karıştı gitti. O günün şartlarında ittihad-ı İslâmı istemeyen dessas İngiliz siyaseti maksadına ulaşmış oldu.
Bugün itibariyle dünyada elli yedi İslâm devleti bulunuyor. Bu devletleri elbette bir anda İslâm birliği hâline getirmek mümkün görünmüyor. Ancak, sürekli bekleyerek İslâm birliğini kurmak da mümkün değildir. Birbirini en iyi anlayan ve bu birliğin zaruretine inanan birkaç devletten başlayarak, mutlaka kısa zamanda bir başlangıç yapılmalı, parçalı bir yapıdan kaynaklanan zaafları kullanarak, “Büyük İsrail” saçmalığıyla gelen dehşetli bir belâya karşı ortak tedbirler alınmalıdır. Aksi takdirde, Türkiye, Mısır ve İran gibi büyük devletlere de zarar verecek ve zayıf İslâm devletlerini de yutacak bir musibetin yaklaşmakta olduğu görülüyor. Amerika ve Avrupa Birliği’nden bazı devletleri de arkasına alan küçük bir İsrail, Orta Doğu devletlerini geri dönülmez bir noktaya sürüklemek istiyor. Bu dehşetli tehlikeyi gören İslâm devletleri, bu musibete karşı ancak İslâm birliği ile karşı koyabilirler.