İslâm tarihi boyunca, İslâm ümmetine hizmet etmek üzere nice cemaatler ve tarikatlar kurulmuş ve gerçekten ümmetin istikamet üzere gitmesi için büyük hizmetler verilmiştir.
Bu hizmet hareketlerinden ve mensuplarından Allah ebediyen razı olsun ve kendilerine bol hayırlar ihsan etsin, âmin.
Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, onun bıraktığı topraklar üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti döneminde de, bin yıldan beri Müslümanlara hizmet veren tarikatların devamı olan hizmet grupları yanında, dahilden çıkan, kökleri Asr-ı Saadete kadar uzanan ve Sahabe mesleğinin bu asırda bir yansıması olan Risale-i Nur hareketi, Bediüzzaman Hazretleri tarafından ortaya konulan çok önemli bir hizmet hareketiydi. Ancak, Batılı bir millet meydana getirmek amacıyla, bin küsur yıldan beri mayası İslâm dini ile yoğrulmuş olan milletimiz, köklerinden koparılmaya çalışıldı. Bu maksatla, devlet gücü kullanılarak din ve dindarlar üzerinde büyük baskılar kullanıldı.
Tek başına bir çeyrek asır saltanat süren Halk Partisinin, iktidar yıllarında yaptığı akıl ve hayale gelmedik zulümlerin neler olduğu tarihî kayıtlarda bellidir. Ezanın susturulup değiştirildiği, camilerin depo ve ahır yapıldığı, dinî kitapların yazılıp basılmasına izin verilmediği, okullardan din derslerinin kaldırıldığı ve bu yüzden köylerde cenaze yıkayacak imamların kalmadığı o karanlık günlerde, Risale-i Nur denilen iman hizmeti hareketi ortaya çıktı.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, siyaset âlemindeki vazifesinden feragat ederek, iman cihetinde çok zayıflatılmış ve bundan dolayı ibadetlerinde çok büyük noksanlıklara uğramış bir milletin imanını kurtarmak ve kuvvetlendirmek için bütün mesaisinin iman noktasına yoğunlaştırdı. Altı bin sayfayı aşkın Risale-i Nur adını verdiği Kur’ân tefsirini bunun için telif etti. Fakat, bu hizmetinden dolayı başına gelmedik zulümler kalmadı. Talebeleriyle birlikte defalarca idamla yargılanmak üzere mahkemelere ve hapishanelere düştü ama hepsinden de berat etti. Mahkemelerdeki müdafaalarında “Başımdaki saçlarım adedince başlarım olsa ve her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniye’ye feda olan bu başı zındıkaya [dinsizliğe] eğmem ve bu hizmet-i imaniyeden vazgeçmem ve geçemem.” (Şualar, 14. Şua) dedi. Dediğini de yaptı.
Bediüzzaman Hazretleri, bu iman ve Kur’ân hizmetiyle meşgul olan talebelerinin şahs-ı manevîsini, bir vücudun azalarına, bir fabrikanın çarklarına benzetiyor ve bu iman hizmetinde tam bir ihlâs ve tesanüd içinde hizmetlerini yapmalarını istiyordu. İhtilâf ve ayrılıkların, hariçten yapılacak hücumlardan daha fazla zarar vereceğini söylüyordu.
Bahsi geçen benzetmeler içinde benim en çok dikkatimi çeken şudur: “Sahil-i selâmet olan dârüsselâma (cennete) ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.” (Lem’alar, s. 392.) Evet, Rabbanî bir gemiye benzetilen Risale-i Nur hizmeti ile meşgul olan fertler, birbirlerinin varlığı ile memnun olmalı ve hatta iftihar etmelidirler. Çünkü, birbirlerinin vazifesini tamamlıyorlar.
Bu Rabbanî gemide çalışanların her biri bir vazife yaparken, diğerlerini kıskanmak olmaz. Önemli olan geminin içinde olmaktır. Birisi, diğerini kıskanarak gemiden aşağı atamaz. Ancak, kişi bazılarını beğenmeyip kendini aşağı atarsa, denizin ortasındaki köpek balıklarına kendisi yem olur. Halbuki, bu Rabbanî gemide herkese yetecek kadar hizmet alanı vardır. Önemli olan şahs-ı manevî içinde olmak, gemiyi terk etmemek ve en arkada da olsa geminin içinde kalmaktır.