İslâm tarihi boyunca İslâm dinine hizmet eden nice cemaatler ve tarikatlar gelmiş ve vazifelerini yaparak bu fânî âlemden bâkî âlemlere intikal etmişlerdir.
Yaşadığımız asırda, eskiden beri hizmet edenlerin devamı olan cemaatler ve tarikatlar da, aynı şekilde İslâm dinine olan hizmetlerini devam ettiriyorlar. Cenab-ı Hak, ihlâs dairesinde Allah’ın dinine hizmet eden bütün cemaat ve tarikatlardan ebediyen razı olsun ve bol hayırlarla onları mükâfatlandırsın, âmin.
Bu cemaatler içinde, zamanımızda çok önemli bir yeri bulunan ve doğrudan doğruya iman hakikatleriyle milletin imanının kurtulmasına ve kuvvet bulmasına hizmet eden Risale-i Nur ve onu okuyan Nur Talebelerinin çok önemli ve değerli bir yeri vardır. Zira, bir hadis-i şerife göre: “Bir adamın imanının kurtulmasına vesile olmak, sahralar dolusu kırmızı koyun ve develeri sadaka vermekten daha sevaplı ve hayırlıdır.”
İşte, Risale-i Nur hareketiyle böylesine önemli bir hizmeti başlatan ve Sahabe mesleğinin bir cilvesini asrımıza taşıyan Bediüzzaman Hazretleri, ayrıca cemaat asrı olan bu zamanda bir şahs-ı manevî teşkil ederek, ahirete dönük ameller içinde bir manevî şirket de meydana getirmiştir. Bu manevî şirket, her bir Nur Talebesine akıl ve havsalanın alamayacağı kadar çok sevaplar kazanmasına vesile olmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade eder: “İştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, her bir şakirdine, her bir günde binler halis lisanlar ile edilen makbul duaları ve binler ehl-i salâhatin işledikleri a’mal-i salihanın misil sevaplarını kazandırıp, her bir hakikî, sadık ve sebatkâr şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğini, kerametkârâne ve takdirkârâne İmam-ı Ali Radıyallahü anhın üç ihbarı ve Gavs-ı Âzam’daki (ks) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti ve Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın kuvvetli işaretiyle o halis şakirtler ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kati ispat ederler.” (Kastamonu Lâhikası, s.163.)
Bahsi geçen bu çok büyük müjdenin elde edilmesi için, Bediüzzaman bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğini söylemektedir. Bunların da: “İhlâs, sadâkat, takva, içtinâb-ı kebâir (büyük günahların özellikle terk edilmesi), Sünnet-i Seniye’ye mutabaat (uymak) ve hizmet derecesine göre, o büyük neticeye sahip olur.” demektedir.
Evet, Risale-i Nur Talebeleri arasındaki manevî şirketten dolayı ortak bir sevap havuzu vardır. Bu havuz, her bir Nur Talebesinin kattığı sevaplarla her gün dolmakta ve her bir şakirt bahsi geçen şartlara riayet ederek, toplam sevapların hepsine bölünmeden sahip olmaktadır. Tıpkı bin kişiden meydana gelen bir dairenin ortasındaki lâmbanın, bölünmeden herkesin elindeki aynaya yansıması gibi..
Bu hakikate binaen, madem ki bütün sevaba nail olmak nimeti vardır. Öyle ise, Nur Talebeleri arasında, birbirlerinin varlığıyla iftihar etmek olmalıdır. Çünkü, herkes sevap havuzunun dolmasına vesile oluyor.
Şayet, istenmemesine rağmen birtakım problemler çıkıyorsa, o da hâkimiyet sevdasından kaynaklanır. Bizde ise, tamamen meşveret ile hizmetler yapıldığından, hâkimiyet sevdası bizde olmaz ve olmamalıdır. Şayet her şeye rağmen oluyorsa, o zaman kişi kendi ihlâsını kontrol etmeli ve kendini düzeltmelidir. Çünkü, bu fânî dünyanın küçük meseleleri hiçbir şeye değmiyor. İhlâsı kırmaya değmez, vesselâm.