Musîbetler büyük oranda ihanetin bedelidir. Umumî ihmaller, umumî kazalara sebep oldu, oluyor. İyileşme, bozulmanın başladığı yerden başlar. Dürüst insan olmak, herkeste aranan bir özelliktir. Dürüst, sevilir. Herkes aradığı ve sevilen özelliği kendisinde yaşamalıdır ki, onu bulanlar; aradıkları ve sevilen kişiye kavuşmuş olsunlar.
Dürüstlük karnemiz bilinmez değildir. Birlikte yaşadığımız, insanlara açık yüreklilikle sorsak, karnemizi bize verirler. Elimizi vicdanımıza koysak, zayıf karnemizin hangi derslerden olduğu görülür. Hadis, ‘Müftü fetva verse de sen vicdanına (kalbine) sor.’ der. Bozulmamış vicdan, insanın sigortasıdır. Mesele ‘dürüstlük karnemizi’ samimice görmek istemektir, düzelmeye niyettir.
İnsanlığın karşılaştığı problemler, Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle ‘sıdkın içtimaî ve siyasî hayatta ölmesi’dir. Doğruluğun, dürüstlüğün etkilemediği bir alan var mıdır? Zehirli tarladan ne beklenir. Sıdk ve doğruluk insanî kemalatın, terakkinin ve bir arada yaşamanın en önemli zemini, dinamiği değil midir?
Konu, iman ve Kur’ân hizmetlerinde de önceliklidir. Elinden, dilinden, sair azalarından emin olmadığın bir insanla neyin hizmeti yapılır? Öncelikli hizmet, kişinin kendisine doğrulukta saygı göstermesi değil midir? İhlâs, uhuvvet, önce güven değil midir? Biri binler yapan tesanüt sırrı bu değil midir?
Yapabileceğimiz en güzel hizmet, Rabbimize verdiğimiz, ‘Evet, sen bizim Rabbimizsin’ sözünü; Rabbimizin, ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.’ ölçüsünde yerine getirmektir. Bu çok ciddî bir imtihandır.
İslâm’a en lâyık hizmet, dürüst insan olmaktır. Lisan-ı halimizde İslâm’ı yaşamaktır. Bizden insanların maddî ve manevî güvende olmasıdır. Kendilerine bizden zarar gelmeyeceği itimadıdır. Bu hale samimî niyet, bütün ömürde öyle yaşamış gibi kabule vesile olabilir.