"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Koronavirüsü beşere acizliğini hissettiriyor

Sebahattin YAŞAR
13 Nisan 2020, Pazartesi 01:25
Gelişmiş teknoloji, konforlu hayat, her türlü maddÎ imkân; ama bir noktada beş para etmeyen maddî her şey. Sebeplerin sükût ettiği zamanlar. İşte burası tam da insanın acizlik noktası.

Köln, Risale-i Nur Okumaları (1) 

Dizi-1: Sebahattin Yaşar
[email protected]

Dünyanın gergin olduğu bir zaman dilimine rastladı Köln Risale-i Nur programımız. Çin’de ortaya çıkan Koronavirüsünün çok can yaktığı bir dönemde Risale-i Nur programında olmak, yaşananların hikmetlerini okumak anlamında çok da anlamlı oldu diyebiliriz. Çünkü hikmetleri okunmayan her şey insana azap verir.

Uçaklarda yolcular tedirgin vaziyetteydi, nefes almak bile artık güvenli değil diye düşünüyordu insanlar. ‘Soluduğumuz havada neler var kim bilir?’ diye düşünmemek kaçınılmazdı. Ama ilginç olan bir şey var ki, insan hep güvende olmak istiyor, hep sağlıklı olmak istiyor; buna da her zaman gücü yetmiyor. Gelişmiş teknoloji, konforlu hayat, her türlü maddî imkân; ama bir noktada beş para etmeyen maddî her şey. Sebeplerin sükût ettiği zamanlar. İşte burası tam da insanın âcizlik noktası. Gözle görülmeyen bir virüs, yerküre insanlarının rahatını kaçırıyor, dünyaya sıkı sıkıya bağlanmış insanın bağını zayıflatıyor, gözündeki değerini düşürüyor. Bu hikmet çok da kötü olmasa gerek. Zira hadislerde, dünya sevgisi bütün kötülüklerin başı olarak ifade ediliyor. Düşmanı çok, ihtiyacı sınırsız olan insan sığınacak bir güç peşinde. Bu haliyle dünya güven vermiyor. Gözle görülmeyen virüs dünya sakinlerini endişeye sevk etti. Oysa virüsün de diğer bütün varlıkların da dizginleri elinde olan Yaratıcı’ya dayanmaktan başka beşerin çaresi yok.

Şehrin korkusu da sevinci de şehre bir ruh oluşturur

Anlaşılıyor ki, programlar, gezmekler maddî ve manevî güvenle daha zevkli ve anlamlı hâle geliyor. Güvende değilseniz, gezmek de cazip gelmiyor, programlar da. Dayanak noktası yoksa zevk vermesi gereken her şey, birer azaba dönüşüyor. Böyle bir halette insan aldığı nefesten bile endişe eder hale geliyor. Bediüzzaman, beşerin umumî hatalarının umumî cezaları netice verdiğini, çare olarak da yine umumen yapılan yanlışlardan dönmek, tövbe istiğfar etmektir diye yol gösteriyor.

Gerçi insan gezdiği yerlerdeki insanların taşıdığı farklı duyguları da görmüş oluyor. Meselâ, savaştan çıkmış bir şehrin yorgun düşmüş hâline şahit olmak, felâketler yaşamış bir toplumun bitiş duygusuna şahit olmak ya da bir toplumun ulusal neşesine şahit olmak elbette çok anlamlıdır. Belki de o geziler o yaşananlarla anlamlı olur. Şahit olmak zaten gezmenin temel dinamiği değil midir?

Köln şehrini kış mevsiminde üşümüş, titrer hâlde hiç görmemiştim. Mart ayında beş günlük bir program vesilesiyle dâvet edildiğimiz Köln şehri, farklı bir kış elbisesi ile karşıladı bizi. Evet, her mekân her mevsimde bir başka güzeldir. Her duygunun her insana farklı dokunması gibi, mekân da öylece dokunuyor insana.

Mekân canlı, şehir hayat doludur. Onlar da soğuk havalarda üşür, yağmurda ıslanır; yakıcı sıcaklar onları da terletir, yakar, kavurur. Âciz kaldığında ağlayan, yalvaran, yakaran bir insan gibi mekân da yalnızlaşır, kalabalıklaşır, âciz kalır, bazen de kabına sığmaz. Yine deprem, savaş, afet, salgın hastalık gibi durumlarda terk edilmiş bulur kendini şehir. Mekânların da alın yazısı vardır, kaderi vardır.

Köln şehrinin 2. Dünya Savaşı’ndaki görüntülerini izledim. Bir şehrin bombalarla nasıl yerle bir edildiğini insan içi sızlayarak izliyor. Yaşanan musîbetten alınan dersin, insanın yavaş yavaş, ama kararlı bir şekilde düştüğü yerden ayağa kalkması gibi, şehri ayağa kaldırması bir o kadar güzel görünüyor. Belâ yaşamamak güzel, ama belâdan da öte güzel bir şey var ki o da, belâ ile gelen nimetlere de bakmak, hikmetini okumak ve ders almaktır.

Üzerinde giydiğin elbise, konuşurken tercih ettiğin kelime senin hakkında bilgi verir gözlemciye. Şehir de öyle. Fakirliğini, zenginliğini, kültürünü, medeniyetini bünyesinde yaşattığı insanların yüzlerinde bulursunuz. Onun için mutlu şehirler, mutsuz şehirler, kaygı taşıyan şehirler vardır. Aslında o şehirlerin o tanımlamaları alması, üzerinde yaşayanların ruh hâllerindendir.

Batı bir şeylere gebe gibi duruyor

Kış mevsiminde Almanya’nın Köln şehrinde daha önce hiç bulunmamıştım. Ülkelerin, şehirlerin mevsim görüntüleri hep dikkatimi çekmiştir. Her mevsimde her şehrin her insan gibi farklı bir görüntüsü, farklı bir duygusu vardır. Kış mevsiminde Köln’ü daha bir masum buldum. Kış mevsiminin insan fıtratına daha uygun olduğunu gözlemledim. Hırçın, kontrolsüz, kaba duyguların daha öne çıktığı yaz mevsiminde insanın kendine hakim olması zorlaşıyor. Akıldan ziyade hisler gezintiye çıkıyor. Kış ise, insanı kendine getiriyor, kabuğuna çekilmesine katkı sağlıyor. Kış, içe yöneltiyor insanı.

Batı insanı epeyce bir zamandır ruhî bunalım içinde. Doğu’da hayat, insanlar açısından Batı’dan daha dinamik. Yüksek bir hayat amacı ve idealler uğrunda yaşamak konusunda Doğu Batı’dan daha zengin ve daha renkli. Onun için Doğu’nun geleceği müjdeli, Batı’nın ise geçmişi müşevveş. Fakat aklı işletmek konusunda Batı daha becerikli. Bediüzzaman, ne Doğu’yu kurtulmuşlar diyarı olarak görür, ne de Batı’yı kaybetmişler memleketi. Adetullah kanunlarına kim riayet ederse, elbette gelecek onlara gülecektir. Bu noktada Batı âlemi, güzel şeylere gebe gibi duruyor. İslâmiyete hamile olan Batı idi değil mi? O zaman, erken bir kıyamet kopmazsa, doğum kaçınılmazdır.

Zaman değişiyor, asır başkalaşıyor; dün inanmayanlar bugün inanıyor. Şehir de insan gibi, anbean değişiyor. Sakinlerine kaş çattığı zamanlar olduğu gibi, onları tatlı hikâyelerle büyüttüğü, mışıl mışıl uyuttuğu, balla börekle beslediği zamanlar da olur. Şehirlerin de bir kaderi vardır. Onun da çocukluğu, gençliği ve yaşlılığı ve o dönemlerde yaşadıkları vardır.

Hatta bir zaman şehir açısından normal olan bir şey bir başka zamanda anormal olabilir. Değişim, kültürü de anbean şekillendiriyor.Nasıl bir zaman giydiğiniz gömlek belli bir zaman geçince size dar ya da bol gelmeye başlıyorsa, mekân da hem fizikî yapı hem de mevsimlik görüntüleri itibariyle sürekli değişmektedir. Bu değişim denilen şey aslında her yerde geçerli bir kanun gibi kendini hissettiriyor. Çocukluğunu gördüğünüz kişi ile bir zaman sonra karşılaşıyorsunuz, nerede ise tanıyamıyorsunuz. Anlaşılan bu yenilenme kanunu (teceddüd) her şeyde geçerli. Bebeğin çocuk, çocuğun genç, gencin ihtiyar olması gibi; şehir de, dağlar, taşlar da hep aynı değil. Bu durum manen de öyle. Dün inanmayan topluluklar bugün de, yarın da inanmayacaklar anlamına gelmez. İnsanlık ve âlemde her şey tekâmül kanununa tabidir. Her şey daha kötüye değil, daha iyiye gidecektir. Yaratılıştan maksat insan-ı kâmildir.

YARIN: Risale dersleri teselli ediyor

Okunma Sayısı: 3967
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı