"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hasbünallahü ve ni’mel vekil-2

Şemseddin ÇAKIR
10 Nisan 2020, Cuma
Bu duâ hakkında bir kaç Hadis-i Şerif meali: “Allah bize yeter o ne güzel vekildir” sözünü, ateşe atıldığında Hz. İbrâhim (as) söylemiştir. Hz. Muhammed de (asm) bu sözü “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” dediklerinde söylemiştir. (Abdullah b. Abbas (ra)

Buhari’nin yine Abdullah b. Abbas’dan (ra) naklettiği bir başka rivayette “Ateşe atıldığı zaman Hz. İbrahim’in (as) son sözüdür. (Buhari, Tefsiri süre 3/, 13) 

 Bu hadisle ilgili kısa bir izah: Büyük sahabi Abdullah ibn. Abbas’ın (ra) beyanlarından; tevekkülün en kısa ve kesin ifadesi olan “Hasbiyallah ve ni’mel vekil” sözünü Hz. İbrâhim ve Hz. Peygamber’in (asm) en kritik anlarda söylemiş olduklarını öğrenmekteyiz. Yani bu vâkıaların ilki Hz. İbrahim’in Nemrut tarafindan ateşe atılması. İkincisi de İslâm târihinde “Bedr-i suğra” (Küçük Bedir) diye bilinen, yukarıda dikkat çektiğimiz hâdisedir. Her iki olaya da Kur’ân-ı Kerîm’de işâret buyurulmuştur. Bundan aldığımız ders şu olabilir ki, daha sonraki benzer hadiselere de Cenâb-ı Allah işâret edebilir ve zâten etmiştir. Allah (cc) için hâdisenin  öncesi sonrası fark etmez, ancak sonrası İ’caz’ı Kur’âniye’nin  isbâtı olur. Risâle-i Nurlar’da olduğu gibi. 

O akıllara hayret veren kızgın ateşin serinlik veren suya dönüşmesi... Çünkü Allah herşeye kadirdir. Bütün mesele O’na güvenmektir. Mu’cize şeklinde olmazsa keramet şeklinde olur ve illa ki olur vesselâm.

Bu ibare duâ olarak da evden çıkarken; üç defa “Bismillahi, hasbiyallâhü tevekkeltü alallah, lahavle vela kuvvete illa billah” (Ebu Dâvut, Edeb, 102-103) şeklinde de, okunması tavsiye edilmiştir.

Bir rivayette de ümmetine bu duâyı zikretmelerini buyurarak “Hasbünallâhu ve ni’mel vekil” âyet-i kerimesi; gökte asılmış bir kılınçtır. Okunduğu sürece bizleri Allah’ın izni ile korur.” buyrulduğu da anlaşılmaktadır.

Allah’ı (cc) kendimize vekil edebilmemiz için, Allah’ın dâvâsıyla, hiçbir dünyevî maksat gütmeden ihlâsla ortaya çıkmış olunması lâzımdır. O ceberrut döneminde ortaya çıkabilmek değil dünya dünyadan, ahiretten bile vazgeçmeyi gerektiriyordu. İşte Bediüzzaman, o fedakarlığı gösteren eşsiz bir kahramandır. Ondan başka maalesef göremiyoruz. Demek ki, bir meselenin ehemmiyet kesbetmesi aynı zamanda zaman ve şartlarla alâkalıdır. Yani bu gayretler kışın, dondurucu soğuğunda bir saat nöbet gibi, Hak katında takdire şayan hadiselerdir.

O devirde hocalar “korona”dan kaçar gibi müstebitlerden kaçıyorlardı. Ortada direnen bir tek Bediüzzaman’ın kaldığı ve meclisteki yasaklara tek başına karşı çıkarken meclisteki ulemânın “otur kellemiz gidecek” diye cübbesine sarılarak ısrarları da bunun delillerindendir. 

Âlimler dahi karşısında yer alınca Allah’tan (cc) yardım istemekten başka çare kalmamış bir insanın tasarrufu nasıl olur tasavvur edebiliyor muyuz? Rabbi de Rahimiyetini göstererek duâsını kabul etmiş. Mesele, bu kadar açık ve nettir. Kahramanlık ve samimiyet fıtrîdir, sun’îlik kaldırmaz. 

Aralarında Bediüzzaman’dan başka müctehid de yok ki, içtihada uydular desek. Olsa da zaten kim dinleyebilecek, çünkü inkılâpla sistem kökten değişmiştir.

O devirde Şeyh-ül İslâm Dürri Zâde, “İngilizlere itaat caizdir” diye fetva da vermiştir. Bir de istenilen fetvayı imzalayan Diyanet Reisi Börekci var ki, Allah taksiratını affetsin..

İşte bu şartlarda ilk Kurtuluş Savaşı fetvasını veren de Bediüzzaman’dır. Hocaların cevabı ise, “Def’i muhal bir musîbeti beşeriyedir, kıyameti bekleyelim” şeklindedir.

Dış düşman olan İngiliz’e karşı Bediüzzaman cihad fetvası verdiği gibi, içe karşı da, “Artık cihadı dinî tahkiki imanî şeklinde olacaktır. Korkmayınız küfrün belini kırdım, çatırtısını da, duydum, bunun için de bari Risale-i Nurlar’ı  okuyun” demiş, hocalar ona da yaklaşmamıştır. 

Bu konuda kıyası kabil olmayan benzer bir mevzu aktarayım. Zamanının müceddidi İmam-ı A’zam da, benzer zulümlere teslim olmamış ve Hakk’ı temsile devam etmiştir. İmam-ı A’zam, Emevilerin sonu ve Abbasilerin başında yaşayıp, içtihadını ibraz etmiş, ismi üzerinde “İmam-ı Azam’dır” (En büyük imam). Kendisine Emevi halifesi Mervan, Küfe kadılığını teklif eder o kabul etmeyip reddeder ve kendisine bir süre zulmedilir. Sonra Abbasi dönemi gelir bu seferde Abbasi halifesi Mansur Bağdat kadılığını teklif eder onu da reddedip yine bir süre zulümler çeker. Nedeni ise, zalimin zulmüne alet olmamak için. Ve hiçbir peygamber zalime tabi olmamış ve itaat etmemiştir. Bediüzzaman’da böyledir. Ahmet b. Hambele de Abbasi halifesi Me’mun Mutezile adına zulmetmiştir ve bunlar pes etmemişlerdir. 

Çünkü bunlar gerçek âlimdir. Yani bunlar “Namusluca yaşamaya imkân yok ise, kahramanca ölmek mümkündür her zaman” prensibini tatbik eden kahraman imamlardır.

Bediüzzaman’ın sadakatte birinci talebesi Zübeyir Gündüzalp, “Musîbet bizim gıdamız” demiştir.

Zulme rıza zulümdür, taraf olsa zâlim olur ve zalimin hasmı Cenab-ı Allah’tır, Cenab-ı Allah azizün züntikamdır.

Hasbuna meselesi 4. Şuâda 50 küsûr sayfada Bediüzzaman’ın niçin bu duâya sarıldığı, gerekçeleri ile anlatılmaktadır. Daha başka yerlerden izahlar uzun süreceğinden burada noktalayıp meraklılarını Külliyata  havâle ediyorum. 

Fi emânillah ilellika inşallah!

Okunma Sayısı: 6807
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı